CAPE TOWN’UN ETRAFINDA
Capetown’un içi kadar dışı da renkli. Etrafında o kadar çok görülecek yer,
yapılacak o kadar aktivite var ki. Ben ancak bir kısmını yapabildim ( o kadar
çok doğal park var ki, hangi birini ziyaret etsem ciddi bir konu. )
Gördüklerim....
Stillbai: Bir diğer adı “The Bay of Sleeping Beauty “.
Etrafındaki dağın görüntüsü uyuyan bir güzeli andırdığından bu ad verilmiş.
Şanslı olduğum bir nokta daha. Arkadaşlarım Facebook'a sürekli deniz kenarında bir kumsalda fotoğraflar koyuyorlar. Ben de “ben de orda olmak istiyorum” diye çığlıklar atıyorum. Vallahi de olabildim.
Gidilen bölge Capetown'un 350 km dışında deniz kenarında bir köy. Ya da sahil kasabası. Arkadaşımın ailesinin orada tam da deniz kenarında evi var. Hani o filmlerde gördüklerimizden. Verandadan kuma indiğin önünde sonsuzluk hissi veren bir kumsal ... Ev yaklaşık 90 senelik. Küçücük evde yaklaşık 20 yatak saydım. Zamanında orada torun torba yaşandığından. Şimdi de kuzenler arasında paylaşıldığından öyle her hafta sonu müsait değil. Ama benim gittiğim hafta sonu müsaitti ... Oleeyy.
Garden Route diye bir yoldan gittik. Göller nehirler, çiçekler, bread basket adını verdikleri (ekmek sepeti ) buğday tarlaları, sebze bahçeleri. Küçücük fotoğraf karesi gibi köylerin önünden geçtik.
Bazı şeylerin gerçekten tarifi yok. Yaklaşık 1000 km’lik bir yolmuş. Yol kenarlarında mola yerlerinin her biri, bir delicatessen. Beni bıraksan orada saatler geçiririm. Ama bizimkiler benim bu durumumu bildiklerinden bizim arabada askeri düzen...,
Üç gün boyunca ne yaptınız derseniz kitap okuduk, kumsalda yürüyüş yaptık, yemek yaptık. Neredeyse sadece yemeklerde konuştuk. Onlar denize girdi. Hava bahar havası ama öyle çok sıcak değil su da buz. Ben sadece ayaklarımı sokabildim.
,
Arkadaşlarım gelmişken Hint okyanusunda yüzmeden dönülmez diye tutturdular ama gözüm yemedi. Bu arada bir de nehir var, geniş tekneyle dolaşabildiğiniz türden. Denize dökülüyor. Evler tek katlı, sazdan çatıları var.
Stellenbosch ( Ve tabii ki şarap ): Capetown’un yaklaşık 50 km. doğusunda kurulmuş küçük bir şehir. Bölgede Hollandalıların kurduğu ikinci yerleşim bölgesi. Şehirdeki meşe ağaçlarının çokluğundan meşe şehri adı da veriliyormuş şehre.
Stellenbosch’un etrafında 200'den fazla bağ var. Bu bağların etrafında araba kullanmak çok keyifli.(Şehrin kendi içinde park gibi bir alan bile bağ. Üniversite öğrencileri tarafından işletiliyormuş.)
Stellenbosch'a beni arkadaşım götürdü ( malum turla gitmezseniz otobüs yok ) bir kaç saat bütün sokaklarını dolaştım. Zaten küçücük bir kasaba. Şarap ve bağlarının dışında bir de üniversitesiyle meşhur. Haa bir de aldığım duyumlara göre yedi kız için bir erkek varmış.
Mimarisi de çok şeker. Hollanda ve İngiliz mimarisinin karışımı bir mimarisi var. Bu kadar küçük yerde bu kadar çok galeriye rastlamak büyük sürpriz. İngilizler binalara pencere vergisi diye bir vergi koymuşlar bu yüzden bazı binalarda pencere sayısı yok denecek kadar az. Üniversitesi çok meşhur. Tam bir öğrenci şehri. Şöyle not almışım...
“ Hem çok yeni hem de çok eski bir şehir.“
Şaraba gelince: Güney Afrika dünyadaki yedinci büyük şarap üreticisiymiş. Normalde çok içki içen biri olmadığımdan şarap ve bağ turu yapmaya pek niyetim yoktu açıkçası ama Stellenbosch'un etrafındaki bağların doğal güzelliğini gördükten sonra bir tur alıp o bölgeyi gezmeye karar verdim.
İnternete girip tur araştırdım ve şansıma bence o bölgedeki en iyi turlardan birini buldum. Wine flies... Bu arada kaldığım evde benim şarap tadım turuna gitmem bayağı bir dalga geçme meselesi oldu. Sonuçta tatmak da olsa her şaraptan yarım kadeh içmen gerekiyor. Kafayı bulmamanın yolunu, tattığım şaraplardan bir yudum alıp kalanını orada tanıştığım arkadaşımın bardağına boşaltmakla buldum.
Gittiğim turda birbirinden farklı beş ayrı şarap imalathanesine götürdüler bizi. Bir tanesi çok büyük içinde okulu hastanesi olan bir yer. Burada şarapların yanında şampanya tadımında bulunduk.
Sonuncusunda ise 2004'ten daha yeni şarap yok. Üzümlerinin yüzde 85ini sattıklarından bizim yeni şarap yapmaya ihtiyacımız yok sadece buradan satıyoruz havasındalar. Zaten Monako prensinin düğünündeki 11000 litre şarabı da onlar vermiş.
Şarap turu bittiğinde bazı arkadaşlara aldıkları ve içtikleri şarap yetmediğinden oradaki özel bir markette durduk. Market çilek tarlalarının yanındaydı. Hafta sonları gidip bir ücret karşılığında çilek toplayabiliyorsun. Tarlaların ortalarına garip kağıttan heykeller yerleştirmişler. Karanlıkta görsem korkarım cinsinden.
Townships: Güney Afrika’da inanılmaz bir zenginliğin ve şıklığın etrafında bir o kadarda fakirlik ve sefalet var . Township şehrin eteklerinde fakir siyah halkın yaşadıkları bölgelere verilen ad.
Genelde şehrin biraz dışında teneke, karton, ellerinde ne varsa bunlardan yapılmış mahalleler. Birçoğunda elektrik ve su yok. Ortak tuvaletler ve ortak çeşme kullanılıyor.
Afrika’nın her bölgesinden her gün binlerce insan yeni bir hayat hayaliyle Güney Afrika’ya geliyormuş. O yüzden kurulmuş olan township’ler ihtiyacı karşılamaya yetmiyormuş. Aynı kabileden olanlar ya da aynı ülkeden gelenler aynı township’lerde kalıyorlarmış.
Bir de tabii siyahlar ve renkliler diye iki ayrı grup var. Ağırlı olarak siyahlar. Renkliler ilk kavimlerden Khoi kabilesinden gelenler ve zaman içinde karışık evliliklerden doğanlar.
Bu mahalleleri farklı turlarla gezmek mümkün. Ben İmizamo Yethu'ya gittim ve orada bir saatlik tur aldım. İnsan bir an oraları gezerken sanki özellerini ihlal ediyormuşum gibi bir duyguya kapılsa da bu da onların bir gelir kapısı. Ve görüntüler ne kadar iç burkucu olursa olsun bu turu yaptığıma çok memnunum çünkü bu turu yapmadan ülkenin gerçeğini anlamam pek de mümkün değilmiş.
Bu bölgede yaşayanlar Nelson Mandela’nın kabilesinden gelenlermiş. Yaklaşık 40.000 kişi yaşıyormuş. İlk yerleşenlerin bir oda da olsa beton evleri var ancak diğer evler teneke baraka görüntüsünde.
Futbol çok popüler, sadece bu mahallede 18 ayrı futbol takımı varmış. Hepsi çok dindar. Oranın en zengini, barın sahibiymiş çünkü tüm paralarını bara ve içkiye yatırıyormuş erkekler. Hafta ortası, gün içinde olmasına rağmen bar tıklım tıklımdı.
Cape of Good Hope National Park/ Cape point / Ümit bunu: Güney Afrika'daki Cape Yarımadası'nın güneydeki uç noktası. Denize doğru uzanan kayalık bir burun olan Ümit Burnu denizden yaklaşık 245 metre yüksekte. Afrika'nın en güneydeki noktası olduğu yaygın kanı olmakla birlikte, kıtanın gerçek güney ucu Ümit Burnu'nun 160 km güneydoğusundaki Agulhas Burnu imiş. - Cape Agulhas-. İki okyanusun ; Atlantik okyanusunun soğuk sularıyla Hint Okyanusunun daha ılıman sularının birleştiği nokta...
Ümit Burnu'nu 1488'de Portekizli kâşif Bartolomeu Dias keşfetmiş ve buraya Fırtınalar
Burnu (Cabo das Tormentas) adını vermiş. Portekizli Dias, burnu
keşfettiğini haber verince Kral bu keşfin doğuya ulaşan suyolunun yakında açılmasını
sağlayacağını düşünmüş, bu nedenle burnun adını Ümit Burnu olarak değiştirmiş.
Ama bazı kaynaklar ise Fırtınalar Burnu isminin, gemicilerin moralini
bozabileceği düşüncesi ile daha sonra Ümit Burnu olarak değiştirildiğini
belirtiyor.
Bu bölgede kayıtlı 26 tane gemi batığı varmış.
Bölgede dalış yapmak trekking, hiking yapmak dağ bisikletine binmek
antilopları babunları zebraları görmek mümkün.
Kalk Bay: Capetown’un biraz
dışında nefis bir balıkçısı kasabası. Artistik bir kasaba. Küçücük bir kasaba
için, içinde çok miktarda galeri barındırıyor Sokaklarında dolaşmak büyük
keyif.
Simon’s town: Capetown’un 40 km
dışında Cape Point yolunda şahane bir kasaba. İlk olarak 1687’de kurulmuş olan
kasabanın nefis bir caddesi var. Tüm binalar korunmuş. Buraya trenle gelmek
mümkün.
Boulders Beach ve penguenlerin koruma alanı: Burada Afrika penguenlerinden oluşan bir koloni var.1982 yılında başlatılan bir çalışmayla penguenlerin sayısı 3000’e kadar çıkmış. Normalde penguenlerde adalarda yaşarlarmış, burası bu kuşların karada yaşadıkları dünyadaki iki yerden biriymiş. Plajda yapılmış olan tahtadan yollarla penguenlerin çok yakınına kadar gidip fotoğraf çekmek mümkün. Penguenlere yaklaşılmadığı sürece bölgede yüzülebiliyor.
Chapman’s Peak Drive: Hout Bay ile Noordhoek arasında dünyadaki en güzel okyanus manzarası olan yollardan biri olarak kabul ediliyor. Manzaralar nefis. Virajlar çok sert ve uçurumun yanından araba kullanıyorsunuz. Ben bayıldım. Ama araba ile ilgili bu tip korkularınız varsa gidilecek yol değil...
** Capetown deniz kıyısında bir şehir olmasına rağmen neredeyse hiç tekneye
rastlamıyorsunuz. Bununda nedeni rüzgârı ve fırtınaları. Bununla meşhurmuş.
Capetown açıklarında yaklaşık beş yüzden fazla gemi batığı varmış. Bölgenin bir
adı da “Cabo de tormentos”. Fırtınaların burnu. Batan gemilerden dolayı - Gemisini fırtınaya rağmen denize çıkaran,
gemisinin de kendisinin da hayalete dönüştüğü kaptanın hikâyesi gibi -bir dolu
hayalet hikâyeleri oluşmuş..
** Pazar günleri adet öğlende kocaman bir aile yemeği yemekmiş. Nefis bir kuzu yemeği pişirdiler. Yanına şarap, sebzeler... Zaten onlarla her yemek restoran havasında.
** Capetown film çekimi için çok popülermiş. Dünyanın her tarafından film çekmeye geliyorlarmış.
** Evlerin çoğunun çevresinde ( özellikle şık bölgelerde ) kimisi
elektrikli, dikenli teller var. Allahtan bizimkilerin böyle derdi yoktu. Bunu
dışında ilk defa gördüğüm bir uygulama. Mağazaların büyük çoğunluğunda normal
kapının dışında içeriyi görebildiğiniz ama açıp giremediğiniz yarım demir
kapılar var. Mağaza görevlisi kapıdakinin kim olduğuna bakıp ona göre içeri
alıyor.
**. Sokakta dilencileri görmek son derece doğal bir sahne. Şehirde hırsızlık
ve suç oranı çok yüksekmiş. Ben bir şey yaşamadım. Bana arkadaşlarım sürekli doğal ol turist gibi
davranma deyip durdular. İyi de nasıl yapayım. Turistim işte hem de fotoğraf
çekip yazı yazmayı seveninden. Bir gün onların dediklerini yapayım dedim baktım
iyice sapık gibi davranıyorum , yapacak bir şey yok şüpheli olmayayım dikkat
çekmeyeyim derken abuk sabuk hareketlerle en dikkat çeken ben oldum , sonuçta
kendi doğal halime geri döndüm.
** Mimari: Capetown’un
mimarisi İngiliz ve Hollanda mimarisinin karışımı. Oradaki binalarda Hollanda
mimarisini algılamak çok basit. Çok tipik bir şekli var. Ben folklorik
Hollanda kıyafetlerindeki kızların şapkalarına benzetiyorum.
**Babun saldırıları: Babunlar son derece arsız bir şekilde
evlere giriyorlar, bütün evi dağıtıyorlarmış. Dolapları açıp içindekileri boşaltıyorlarmış.
Onların olduğu bölgelerde açık cam bırakmak, arabanın kapısını camını açık
bırakmak, onlara davet demek. Son derece arsızlar. Bununla baş edebilmek için
babun polisi oluşturmuşlar.
** Neredeyse herkesin köpeği var. En az bir tane, hiç bir büyük şehirde bu
kadarını görmemiştim. Hala bahçeli evlerde yaşamalarından ya da geçmişlerinde
çiftlik yaşantısından gelmelerinden dolayı olabilir.. Hayatımda ilk defa
köpekli bir evde kaldım neyse ki köpek dünya tatlısıydı.
** Apartheid döneminde siyahlarla beyazların oturdukları banklar bile farklıymış. Siyahlar beyazların banklarına oturamazlarmış.
**Her sabah saat 9 gibi evden çıkıp oranın en iyi kafelerinden birinde kahvaltı
ediyorduk. Gittiğimiz havalı kafelerden bir kısmı: Haas, Truth, Knead, Village
cafe, Company gardens cafe, Bites & Sites.
** Orijinal doğa yapılarını korumak için çok uğraşıyorlar. Dışarıdan gelen
bitkiler çok arsız hemen yayılıyor. Onları söküp yerine kendi ağaçlarını dikiyorlar.
Mesela kendi doğal floral yapılarını korumak için 2025’e kadar çam ağaçlarını
kesip onun yerine kendi bitkilerini ekeceklermiş.
**Mount Nelson hotel : Şehrin en şık otellerinden. Eğer havalı bir çay
saati yaşamak istiyorsanız gidilmesi gereken yer.
**Merkezde şehrin deniz kısmının büyük bir kısmı deniz doldurularak elde
edilmiş. Şu anda şehrin içinde kalan Strand street eskiden deniz kenarıymış.
**Havası: Değişken. Dağın bir tarafı
güneşli iken diğer tarafında fırtına olabiliyormuş... Havayı hiç küçümsemeyin
güvenmeyin diyorlar. Günlük güneşlikken
bir anda fırtına çıkıp her tarafı uçurabilirmiş.
** Oradayken arkadaşlarımın kütüphanesinden bir kitap seçtim. Herman
Charles Bosman’ın hikâye kitabı. Meğer Güney Afrika’nın en meşhur hikâye
yazarıymış. Hikâyeleri genelde gerçek hayattan veya kendi hayatından. Ülkenin
kültürünü birazcık daha anlayabilmeme çok faydası oldu.
DAHA DAHA...
Capetown benim yukarıda anlattıklarımın dışında herkesin keyfine göre çok
farklı seçenekler sunan bir şehir. Mesela Capetown’un etrafında gezilebilecek
yedi tane doğal yaşam parkı var:
Addo Elephant National Park - Agulhas National Park- De Hoop Nature Reserve
-Garden Route National Park - Goukamma Nature Reserve - Robberg Marine and
Nature Reserve - Table Mountain National Park.
Bu parklarda sandboarding yapmak – kum kayağı- , balinaları seyretmek,
kafes ile köpek balıklarının olduğu yere dalmak, filleri ve zebraları görmek,
dalış yapmak adrenalin sporları yapmak mümkün.