13 Ocak 2014 Pazartesi

RENKLER...




Kafama Estikçe’de seyahatten başka bir şeyler yazma vakti. Adı üstünde kafama estikçe. Benim içimin rüzgarının nereden eseceği beni nereye sürükleyeceği belli olmuyor hiç. Bazen bir konsere sürüklüyor, bazense kendimi Kars'a giden trende bulabiliyorum. Bazen de bir kitapta okuduğum bir cümle ya da bir film beni düşündürüyor ve  bana sayfalarca yazı yazdırıyor.

Bu seferki konum renkler... Ancak önceden söylemeliyim bu yazının bilimsellikle alakası yok tam tersine oyuncu bir yazı, benim renklerle oynadığım bir yazı. 




Dün akşam okuduğum bir kitapta “ Benim için kişilerin renkleri vardır. “  diye bir cümle vardı. Kitaptaki kahraman asil bir aileden gelen annesini soluk gri ve bej tonları diye tanımlamıştı.

Benim için kişilerin renkleri vardır.  Bu cümleye bayıldım. Beni tanıyanlar bilir hayata renklerin içinden bakarım hep, sürekli bir renk arayışım vardır. Renk olmazsa yaşam da yok benim için. Belki de o yüzden rengarenk giyiniyorum. Yeşil turuncu kırmızı turkuaz... Bir de olmazsa olmaz lacivert ve beyaz. Her an yaşamı hissetmek arzusunda olan ben, renklerle yaşama tutunuyorum. Bazen o gün giyindiğim renge göre kendimi tanımlayabiliyorum. Özellikle alışkanlığımın dışında renkler giymişsem. Mesela neredeyse gri hiç giymem geçenlerde iki gün üst üste soluk gri giydim. Gri benim için varla yok arası bir renk, anladım ki o günlerde sanki görünmesem, kabuğumun içine girsem de yok olsam ruh halindeyim.

Yaşamın renklerini severim ben...Tek renk yetmez bana. Yaşam ille de rengarenk olacak...

Şimdi düşündüm de belki de bu yüzden bu kadar çok tanıdığım insan, arkadaşım var. Çünkü herkeste bulduğum herkesle paylaştığım renk farklı.

Renklerle oynamak benim için hayatın her anında var. Kıyafetlerimde mutlaka aksesuarla oynarım. Rengarenk aksesuarlarım vardır. Her şeyin rengini birbirine yakıştırmayı severim. Bütün evim beyaz ve bej tonlarındadır ama bir o kadar da renklidir. Renk olacak ama o renklerin arasında boğulmayacağım.




Fotoğraf çekerken hep renklere doğru çekilirim ben. Yerde renkli çöp görsem gözümü alır. Belki de bu yüzden çiçeklere bu kadar düşkünlüğüm, her gittiğim yerden yüzlerce çiçek fotoğrafıyla dönme halim. 






Renkli insanlar çeker beni.  Kendi renksiz hallerime de tahammülüm yoktur. Sıkılırım o halimden. Renksizleştiğimi soluklaştığımı, yaşamın renklerinden koptuğumu hissettim anlarda kendime bayılmam, içimden bir ses hadi kalk sinemaya git, hadi kalk tiyatro bileti al, seyahate gitme vakti diye vıkvıklanır durur. İçim çok vıkıvıklanıyorsa anlarım ki dışımdaki değil içimdeki renkleri keşfetme zamanım gelmiş. Kendimi sokağa atmak yerine, içime dönüp kendimle kalıp, içimdeki renkleri keşfetmeye geçerim ama ille de renk...





Bu kadar renk düşkünlüğüme rağmen, kitaptaki kahramanın söylediği gibi kişileri renklendirmek hiç aklıma gelmedi bugüne kadar...

Benim için kişilerin renkleri vardır... Ne güzel demiş kitaptaki kahraman...

Bahsettiğim şey her rengin bir anlamı var gibi bir şey değil ya da renk bilimi. Tam tersine... Bunlardan anlamam, hatta öyle kalıplara da inanmam... Renklerin ifade ettiği kesin anlamlar yok benim için... Çünkü renkler değişken... Kişiye göre, ana göre, yaşanmışlıklara ve o yaşanmışlıkların ifade ettiği anlamlara göre... Her rengin kendi içinde yüzlerce, binlerce tonu var.

Renklerin herkes için ifade ettiği anlam bambaşka... Bu konuda sohbet ettiğim bir arkadaşım kırmızı öfkenin rengidir dedi bana. Evet gerçekten de öyle bilinir, bir de aşkın ve tutkunun rengi. Halbuki kırmızı benim için yaşam demek, canlılık demek. Benim içimde kırmızının anlamı bambaşka. Aşkı da tutkuyu da bambaşka renklerle tarif ederdim ben. Aşk benim için biraz gökkuşağı gibi bir şey... Daha anlık patlayıp sönen...Gökkuşağının tonları gibi içinde sevinçten hüzne tüm renkleri barındıran. Tutkunun tonları ise parlak maviler, saks mavisi tonları hatta birazda simli tonlar... Kırmızı ise yaşamın kendisi...






Kırmızıyı öfkeli insanlara yakıştıramam ben. Öfkeli insanlar o kadar parlak renklerde gelmiyorlar gözümün önüne. Daha çok koyu bordo, koyu kahverengi bazen de siyah. Öfkesinin tipi, her an öfkeli olup olmadığı o kişinin renginin tonunu belirliyor. Bazı insanlar o kadar karamsar ve yaşama karşı kızgın ki onları siyah görüyorum mesela. Kahverengi ya da bordo kötü bir renk olduğundan değil  sadece o renkler benim içimde bir yerlerde daha karanlık duygulara daha çok yakışıyorlar sanki.

Kişinin kendini gördüğü renk ile başkalarının onu gördüğü renk birbirinden çok farklı.  
 
Ben kendime baktığımda  kendimi fıstık yeşili gördüm. Bazen çok parlak bazen çok soluk. Bazen fazla göz önünde, bazen yok gibi. Tonlarım var benim. Bilmem belki de fıstık yeşili o günkü rengimdi. Çünkü fıstık yeşili çok az giyerim, benim için yaşamımdaki renklerden biridir ama o renk değildir... Kişinin kıyafet olarak üzerine en çok yakışan ve en iyi taşıdığı bir ya da birkaç renk vardır ya... O renk benim için turuncu. Sanki turuncu içimdeki ışığı ortaya çıkartıyor. Turuncu, devamında da narçiçeğinden kırmızıya uzanan bir renk yelpazesi. Cesur bir renktir turuncu...

Renkler cesaret ister. Bazen de beni görün fark edin çığlığıdır renkler. Öyle anlarda zaten anlarsınız; ruh halinizle uyuşmaz renkler, canlı rengin içinde görünür olmak yerine tam tersine iyice soluklaşır görünmez olursunuz. 

Benim içimde bir son derece renkli, hareketli, çok göz önünde, dışarıda her an hayatın içinde; bir o kadar da evinin içinde, kendi içinde, soluk ve görünmez iki ben var. Aslında şu anda düşündüm de kendi içimde evimin içinde bazen dışarıda olduğumdan çok daha renkliyim ben.

Belki de kişinin başkalarını renklendirebilmesi, kendini renklendirmekten kolay.

Yazıyı okuduktan sonra çevremdeki insanların renklerini düşündüm. Mesela yeğenim duru bir uçuk mavi. Başka bir arkadaşım hardal sarısı. Bir başkası kahverengi. Kimisinin rengini çok kolay söyleyebiliyorum kimisininki ise hemen çıkmıyor içimden... Belki de bazı insanlar renklerini belli etmiyorlardır kim bilir. Daha gizli, daha kendi içinde ve dışarıdan görünmez...

Şu anda kaç kişiye sorsam senin gözünde rengim ne diye herkesten farklı bir cevap çıkacağına eminim. Çünkü herkes kendine göre tanımlıyor karşısındakinin rengini...

Dedim ya bu bir oyun yazısı. Benim renklerle oyunumun yazısı...

Şeker tadında, şeker renklerinde bir günüm, gününüz, günlerimiz olsun....




 



2 yorum:

  1. Esracım ne kadar hoş bir edayla ifade etmişsin...bambaşka bir gözle baktırıyorsun bu kadar hayatımızda olan bu renklere...bu arada ben de seninle hemfikirim renklerin kişilerle hayat bulduğuna...herkes o kadar farklı taşıyor ve hissettiriyor ki...kalemine, yüreğine sağllık benim hayata renk katan arkadaşım...süheyla

    YanıtlaSil
  2. Esra'cığım yazını çok beğendim. Beni epey düşündündürdü açıkçası. Kimleri hangi renklerle tanımladığımı düşündüm. Sana katılıyorum. Ben de seni fıstık yeşili olarak tanımlayabilirim :-) Kırmızı ile ilgili yazdıklarına da katılıyorum. Sadece gri ile ilgili benim görüşlerim daha esnek. Gri denince benim aklıma, sevimsiz kapalı, karanlık bir gri gelmiyor. Benim grim çok daha güzel duygular uyandıran, açık, berrak, net ve yanında durduğu rengi parlatan bir renk. Gösterişten uzak ve kendine güvenli. Değerinin anlaşılması için biraz dikkatli bakılmasını gerektiriyor. Yani bir Zen ruhu taşıyor benim grim :-)

    Bu arada senin yazın, doğuştan renkleri göremeyen ama başına taktığı bir alet sayesinde renklerin frekanslarını işiten Neil Harbison'un TED'de yaptığı konuşmayı getirdi benim aklıma. Harbison kendisi için bir supermarkete gitmenin, içerisindeki renklerin çeşitliliği dikkate alındığında, tıpkı bir konsere gitmek gibi olduğunu söylüyordu :-) Şu linkten konuşma seyredilebilir:

    http://isilblog.wordpress.com/curious-souls-get-together-2nd-meeting/


    Sana çok sevgilerimle
    Işıl

    YanıtlaSil