Yıllardır Endülüs’e gitmek
isterim. Bir türlü kısmet olmaz. Hep önüne başka seyahatler geçer. Benim için Toskana-
Provence- Endülüs.. Avrupa’daki muhteşem üçlü....Nedense Avrupa kıtasında
yaptığım seyahatlerin çoğunluğu büyük şehirlere tekrar tekrar gitmekten ibaret
olmuştur. Ve iki sene öncesine kadar bu üçlüye bir türlü sıra gelmemişti.
Geçtiğimiz Nisan ayından beri
kıvranıyorum Endülüs diye, en son yazın gitmeye kalktım- iyi ki gitmemişim
sıcaklık 50 dereceden fazlaymış. Sonunda bir Çarşamba günü biletimi kestirip
iki gün sonra Malaga’ya uçtum.
Planım: Malaga- ilk etapta
aklım gelen bir şehir olmasa da THY’nin oraya direkt uçuşu var- ve peşinden Granada Cordoba ve Sevilla’yı
görebilmek...Tek başıma gezmek için seyahat ettiğim yolculukların çoğunda olduğu
gibi hostellerde kalmayı seçtim.
Amacım Malaga’da bir gece
kalıp devamında da Granada’ya geçmekti. Malaga ve Granada’daki hostellerimi
ayarladım seyahatin devamının nasıl akacağına da yolculuk boyunca karar veririm
dedim.
Açıkçası Granda’daki hostelimi
ayırttığıma bile pişman oldum. Çünkü Malaga’ya bir saat uzaklıkta Cadiz ve
Ronda’yı mutlaka gör dediler ancak seyahatim önceden planlanmış olduğu için
gidemedim. Ben bu
seyahatte deniz kenarındaki bölgeyi gezemedim... Cadiz, Tarifa.. Costa Del Sol..
Bir sonraki seyahate...
Malaga havaalanı şaşırtıcı
şekilde büyük,.. Bizim bagaj alım konveyorü 34 numaraydı. Aynı anda kaç tane
uçak iniyor olmalı...
Malaga İspanya’nın büyük
şehirlerinden... Diğer tüm Endülüs şehirleri gibi yemyeşil.
Barlarıyla kafeleriyle
Malaga limanı görülmeye değer...
Malaga'nın içinden denize girmek mümkün, ancak asıl güzel olan plajlar Malaga'nın biraz dışında olan plajlarmış.Bu seferki
seyahatim deniz seyahati olmadığından ve Malaga’da sadece bir günüm olduğundan
açıkçası ben denize gidemedim.
Endülüs’ün birçok bölgesi gibi Malaga da tam bir
öğrenci şehri, dünyanın her tarafından öğrenciler değişim programlarıyla
Malaga’ya gelip bir sene Malaga’da yaşıyorlar.
Havaalanından şehre ulaşım
çok kolay. Havaalanından çıkar çıkmaz yolun karşısında tren istasyonu var.
Trenle merkeze 15 dakikada varıyorsunuz. Ben trafiğe kapalı turistik bölgede
kaldım. Zaten her yer ve her şey birbirine çok yakın.
Malaga, Malaka kelimesinden
geliyormuş, anlamı da tuz diyarı demekmiş.
Malaga Picasso’nun doğduğu
ve çocukluğunu geçirdiği şehir. O yüzden adım başı Picasso ile ilgili, burada
oturmuştu, burada okula gitmişti şeklinde tabela ya da bilgiye rastlıyorsunuz.
Malaga’daki Picasso müzesi görmeye değer. Açıkçası ben büyük bir Picasso
hayranı değilimdir, ancak müze çok ilginçti. Konu Picasso ve aile. Picasso’nun
aile fertlerinin tabloları var müzede. Bir de çok geniş bir fotoğraf
koleksiyonu. Yani Picasso’nun aşk hayatını kaç çocuğu olmuş... Aslında
Picasso’nun insan tarafını ön plana çıkarmışlar, sergiden sonra daha bir
sempatik geldi bana...
Endülüs’te neredeyse her bölgede
karşıma free walking tour’lar çıktı. Aslında tamamen ücretsiz değil, sonucunda
sizden küçük bir bahşiş bekliyorlar. Sizi 2-3 saat sokak sokak dolaştırıp, o
şehrin tarihini anlatıyorlar. Özellikle Franko döneminin Malaga tarihinde çok
önemli bir yeri var, bu dönemde en çok zarar gören şehirlerden biriymiş Malaga. O yüzden yeni anayasanın kabulünü haber veren gazeteleri büyük
demir plakalar halinde bastırıp meydanlara yerleştirmişler.
Bence seyahatin başında Malaga’da yaptığım yürüyüş turu ve Franko dönemi hakkında öğrendiklerim seyahatin devamında gittiğim yerleri daha iyi anlayabilmemi sağladı.
Bir günde Malaga’da bir çok
yeri gezmeye vaktim oldu denebilir, özellikle walking tour sayesinde...
- Fenike Şehri surları: Kentte en eski kalıntılar. Picasso Müzesi
bodrum katında görülebilir.
- Antik Roma anfitiyatrosu: MÖ. 1. yy'dan kalma..
- Antik
Roma, Vizigot, Arap ve İspanyol dönemlerinden kalma şehir surları .
- Alcazaba: Endülüs Araplarından kalma çok önemli bir kale ve
emir/hükümdar ikametgahı. Bu kale şehre hakim olan bir tepe üzerinde
kurulmuş ve ilk kuruluşunda şehri korsan hücumlarından korumak için
yapılmış...
-
Malaga Katedrali ve Piskoposluk Sarayı: Rönesans stilinde
planlanmış ama mali zorluklar dolayısıyla tamamlanmamış. Epey zaman
sonrada Barok mimarı stili uygulanarak bitirilmiş.
-
Santiago Kilisesi: İspanya
Müslümanlardan fethedildikten hemen sonra ortaya çıkan İslam ve Hıristiyan
mimarı stillerinin karışımı olan "Mudejar" mimari stilinde.
- İglesia
del Sagrario: Eski Arap caminin
Hıristiyan fatihler tarafından değiştirilmesi ile ortaya çıkmış. Gotik
mimari stilde çok süslü cephesi eşsiz...
Malaga’dan sonraki durağım
Granada...
Malaga Granada arası mesafe
otobüsle yaklaşık 2 saat. Otobüsler gayet konforlu ve wi-fi var. Endülüs’te belli
başlı şehirler arasında sürekli bir hareket ve turist akımı olduğundan hemen
hemen her saat başı otobüs var. Bir de her hatta tek şirket çalıştığından
karıştırmak mümkün değil.
Malaga ve Granada birbirinden
inanılmaz farklı. Biri ne kadar elegansa diğeri de o kadar çingene ve hippi.
Biri son derece Avrupai diğeri ise çok daha etnik...Daha doğrusu Granada çifte karakterli...
Granada, Sierra Nevada
Dağları'nın eteklerinde kurulu bir şehir... Bu yüzden hem kayak yapmak hem de dağlarda
extreme sporlar yapmak isteyenler için çok ideal bir yer. Benim kaldığım
hostelde Sierra Nevada’da yapılabilecek aktivitelerle ilgili çok farklı turlar
vardı. Ayrıca, Costa del Sol Sahili'ne de yakın olduğundan deniz ve güneş
tatili yapmak isteyenler için de ideal bir tatil mekanı.
Granada İspanyolca'da nar demek...
Hostelimin yeri trafiğe
kapalı Albayzin semtindeydi. Albayzin semti Granada şehrinin ilk yerleşim
bölgesiymiş. Albayzin ismi Arapça "el baizin"den türemiş, yani
"atmaca avcılarının yeri" anlamına geliyormuş.
Semtin özelliği olan İki-üç
katlı, teraslı veya çatılı beyaz evler, dar sokaklar her an karşınız çıkıyor.
Ve tabii şehrin eteklerinden tepeye doğru tırmanan yokuş, yokuşlar. Sokakların
zemini küçük küçük taşlardan yapılmış ve bu haliyle muhafaza edilmiş.
(Otele giderken ve otelden
çıkarken çantalarımı taşımak adına canıma okundu. Ne de olsa tekerli valizleri o
taşların üzerinde yürütemiyorsunuz. O yüzen size tavsiyem eğer Albayzin’in iç
bölgesinde kalmaya niyetiniz varsa otelinizi ne kadar tepede olup olmadığını ya
da araba ulaşıp ulaşmadığını gitmeden evvel iyice kontrol edin.)
Albayzin semtinin etrafı
kale surlarıyla çevrilmiş bu açıdan da tüm savaşlara ve saldırılara rağmen
bozulmadan kalmayı ve dokusunu korumayı becerebilmiş. Albayzin’i ilk gördüğümde
içimden geçen duygu: Burası İspanya olamaz. Sanki Fas ya da Tunus’ta pazar
yerlerinden birini dolaşıyorum, daracık sokaklarına girip çıkıyorum. Dokusuyla,
insanlarıyla, dükkanlarıyla, yapısıyla, ağızda bıraktığı tatla yani her şeyiyle
çok farklı.
Albayzin semtinden tepelere
doğru tırmandığınızda Mirador de San
Nicolás ve Mirador de San Cristóbal’e varırsınız. Bu iki noktadan da Alhambra
sarayının ve Granada’nın nefes kesici manzaralarını görmek mümkün. Benim gibi
yokuş çıkmayı sevmeyenlere biraz zorlayıcı ama değdi. Bir de eğer vaktiniz
varsa aynı manzarayı bir gündüz gözüyle, bir de güneş batarken Alhambra sarayı
ışıklar içindeyken görmenizde fayda var.
Albayzin'in kuzeydoğusunda bulunan Sacromonte tepesi, çingene (gitanos)
mahallesi olarak anılır. Sacramonte tepesinde kayaların içine oyulmuş evleri (cuevas) ve onun yanı başındaki hippilerin yaşam yerlerini görmek çok ilginçti.
Eskiden tamamen ihtiyaçtan oluşturulan bu evler (cuevas) şu anda çok popüler
olmuş durumdalar. İçlerinde Flamenko okulu olan, otel olanlar var.
Çingeneler ve Hippiler Granada kültürel hayatının ayrılmaz bir parçası halindeler..İlk gittiğim gün çok fazla hippiyle karşılaşınca anlamamıştım neden olduğunu. Sonrasında Sacramonte’yi görünce anladım. Dünyaca ünlü Flamenko şarkıcıları, dansçıları ve müzisyenleri bu semtten çıkarak Flamenko'yu tüm dünyada tanınır hale getirmişler. Sacromonte'deki mağara evlerde şimdi turistik Flamenko gösterileri izlemek mümkün.
Bizim hostelde ‘Cuevas turu’
diye bir tur vardı. Rehberle beraber şehri yürüyerek dolaştığın turlardan.
İlginç geldi yapmaya karar verdim. Tabii turun ne olduğunu tahmin edemedim.
Öncelikle yaklaşık 30 derece sıcaklıkta Albayzin’in tepesine kadar tırmandık,
tırman tırman bitmez. Sonrasında sevgili rehberimiz bizi Albayzin’in
tepesinden, dağdaki patika yollardan, Sacramonte’ye getirdi. Yani bir tepeden
diğer tepeye aradaki dağ yolundan geçtik.
Beni tanıyanlar bilir benim bir
tarafım seyahat söz konusu olduğunda son derece maceracı ve hadi yapalım
modundayken, dağlardan tepelerden aşağı inmeye pek bayılmam...Ama yaptığım seyahatlerde bazı şeyleri başka türlü
göremediğimden bazen de eksik kalmamak için mutlaka bir yerlere tırmanacağım ya
da bir yerlerden inmem gereken yerler olur. Hem ağlarım hem giderim misali.
Yaparken söylene söylene yapıp sonuna da ayy iyi ki yapmışım yaptığım en
muhteşem şeydi derim.. Bu sefer de öyle oldu. Allahtan turun başında
anlamamışım ne yapacağımızı. Eğer bir gün Granada’ya yolunuz düşerse bu turu
mutlaka bulun ve yapın. Benim için seyahatin en keyifli anlarından biriydi
diyebilirim. Normal bir tur alsaydım
kesinlikle bu şekilde gezmem ya da görmem mümkün olmazdı.
Vee Alhambra...
Granada’ya gelme nedenlerimden biri. Aslında adı Alhambra Sarayı olarak geçse de arazinin içinde Generalife bahçeleri, Alhambra tepesi eteklerindeki koruluk alan içinde bulunan yüksek kapılar, taklar, çeşmeler, su kanalları; ayrıca tepedeki surlar içinde kalan Medine adlı (şu anda San Fransisco mahallesi diye anılan) eski yerleşim yeri, Alcazaba (eski kale), 5. Carlos Sarayı ve çeşitli kuleler ve Nazir Palce’ı barındırmakta. Yani yok yok. Öyle birkaç saatte bakar çıkarım şeklinde bir yer hiç değil. Tatlı bir yorgunluğa hazır olup gitmekte fayda var.
Ben burada Alhambra’nın
tarihinden bahsetmekten çok nasıl daha pratik gezilir ile ilgili birkaç tane
ipucu vermek istiyorum.
Alhambra’nın biletleri
önceden satışa sunulduğundan çoğunlukla biletleri tükenmiş oluyor. Gideceğiniz
gün sabahın 7sinde kuyruğa girip, bilet satın almak da mümkün o zaman da işiniz
biraz şansa kalmış, çünkü Alhambra için değişik saat gruplarından dört ayrı saat
grubunda bilet alabiliyorsunuz. Gitmeden evvel bilet alabileceğiniz adres:
Değişik bilet tipleri var.
Alhambra General bileti almanızı tavsiye ederim. Her yere giriş sağlıyor.
Özellikle de Nazir Palace’a. İnanılmaz bir saray, içindeki el işlemeleri nefes
kesici. Nazir Palace’a girmek için size saatle randevu veriyorlar. Her yarım
saate bir içeri aldıkları belli bir kişi sayısı var. Siz kendi biletinizi
ayırtırken gezinize Nazir Palace’la başlamayı tercih edin. Yoksa gezinizi belli
bir yerde kesip saatine yetişmek ya da gezmeyi bitirdiğiniz halde beklemek
durumunda kalabiliyorsunuz. Bir de gezmek için tercihen ilk saat grubunu seçin
sonrası hem çok kalabalık hem de çok sıcak oluyor.
Alhambra muhteşemdi. Beni
içinde en çok etkileyenler Nazir Palace ve Generalife gardens.
Nazir Palace'ta saatlerce duvar işlemelerini seyrettim..
General life'a gelince.. Ben çiçek ve bahçe
çok severim- bakımından anlamasam da- önünde saatlerce dururum, eve döndüğümde
o fotoğraflarla ne yapacağımı bilemediğim yüzlerce fotoğraf çekerim. Bahçeler
inanılmazdı. Aslında ben hiçbir yeri gezmeyip sadece bahçelerin içinde kalabilirdim.
Granada’dan bahsedip de sokak müzisyenlerinden bahsetmeden edemeyeceğim. O kadar iyiydiler ki onlara çalgıcı demek içimden gelmedi açıkçası. Bir grup müzisyenle tanıştım, hepsinin normal işleri var, çoğu evli, çocuklu.Hafta sonları açık havada sokaklarda inanılmaz bir müzik yapıyorlar.
Bir
de en şaşırtıcı ve en güzeli Granada Devlet Orkestrası’nın sokakta verdiği
konsere rast gelmek oldu. Hani Youtube’da ya da Facebook'ta görüp ah bir gün ben
de böyle bir sahneyle karşılaşsam dediğiniz türden. Yaklaşık 50-60 kişi siyahlar içinde orkestra
düzeninde oturarak, tüm müzik sistemlerini taşımışlar. Ve inanılmaz bir konser
verdiler. Yaklaşık bir saat onları dinledim inanılmazdı.
Granada’da yaklaşık üç gün
kaldım, bazen kendi başıma bazen hostelde tanışıp arkadaş olduğum insanlarla
gezdim. Tapas barlarda şahane yemek yedim. Hava da müthişti. Eylül sonu
ayağımda şıpıdık terlikler üzerimde penye bir elbise...Ve Granada'ya tek kelimeyle bayıldım..
Granada’dan sonraki durağım
Cordoba...
Çok güzel bir yazı olmuş:)
YanıtlaSil