Cordoba ve Sevilla, Endülüs
seyahatimin ikinci kısmı...
Cordoba; seyahatin başından
beri, nasıl gideceğim konusunda benim için soru işaretli şehirlerden biriydi. Cordoba’ya gitmek için
yolumu biraz uzatmam gerekiyordu. Mesafeleri de pek kestiremiyordum. Bir de dört
şehir değiştirip her seferinde çanta aç kapa moduna girmektense acaba günü
birlik gitme imkanım olur mu diye düşündüm. Sorduğum neredeyse herkes
Granada’dan günü birlik gidip gelebileceğimi görülecek en önemli şeyin Mesquita
olduğunu söylediler. Ben de seyahatin içinde karar vermek istedim.
Granada ve Cordoba arası üç
saat, yani gün içinde toplam altı saatimi yollarda geçirmem gerekiyordu. Ben de
bir gece Cordoba’da kalıp öyle Sevilla’ya geçmeye karar verdim. İyi ki de
yapmışım. Keşke bir değil iki gece
kalsaymışım. O kadar güzel bir yerdi ki..
Öncelikle şahane bir
hostelde kaldım. Dekorasyonu sanki kendi evimmiş gibi. Salondaki objeler bile
uygun. Eski bir bina, taş yerler, her taraf pırıl pırıl, nefis bir kahvaltı bir de üstüne
hostelin servisi olarak bisikletle tapas turu daha ne olsun.
Cordoba denildiği anda ilk
akla gelen eser Mesquita. Mesquita Cordoba’nın 12.yüzyıldan kalma büyük camisi.
Daha doğrusu önce cami olarak yapılmış, sonrasında kiliseye ve katedrale dönüştürülmüş. Endülüs'ün incisi. Tam bir görsel şölen. İçine mermer granit , akik ve yeşim taşından yapılmış 856
adet sütun var. İnsanın içinde sonsuzluk hissi uyandırıyor. Her tarafı inanılmaz el işçilikleriyle, işlemelerle dolu.
Cordoba’daki gezimde bir
sonraki adım eski Yahudi mahallesi. “ Cordoba’nın kalbi eski Yahudi mahallesinde
atar.” Bu cümleyi bir kitapta okumuştum. Cordoba’ya gidince gördüm
ki gerçekten de öyleymiş. Yüzyıllardır neredeyse hiçbir değişiklik olmamış gibi
duran bir mahalle. Daracık sokakları, 2 katlı evleri, ve tabii ki
patioları...Cordoba’ya gidin ve Yahudi mahallesinde dolaşırken kaybolun. Teterialara
gidip çay için, tapas barlarında nefis İspanyol mezeleri tadın... 14. yüzyıldan
kalma sinagogu ziyaret edin...Alcazar de los Reyes’in bahçesinin keyfini
çıkartın.
Cordoba’nın patioları - avluları - çok
meşhur. Her biri özenle döşenmiş rengarenk çiçekler içinde. Eğer gün ve saatlerini uydurabilirseniz
avluları ziyaret etmek mümkün. Mayıs ayında en güzel avlu kime ait diye bir
yarışma varmış Cordoba’da. Ben Yahudi mahallesinde dolaşırken bina sahiplerinden
ya da restoran sahiplerinden izin alarak gidip avlularını gördüm. O kadar güzel
ki, ve o kadar çok ki; insan kafasını hangi tarafa çevireceğini şaşırıyor.
Vaktiniz olursa Yahudi
mahallesinin dışında kalan bölgeyi turlayın. Tipik bir ortaçağ şehri görüntüsünde. Hiç
bozulmamış. Bu bölgede Viyana sarayını ziyaret edin. Bu saraya çiçek sarayı da
diyorlar. Patioları ve bahçeleri muhteşem. İçinde 12 ayrı patio var. Her biri
ayrı bir üslupla dekore edilmiş, çiçeklendirilmiş.
Cordoba’da yaşadıklarımdan
aklımda kalanlar deyince bisikletle
tapas turunu es geçmem imansız. Kaldığım hostelda yaklaşık on tane bisiklet
vardı. Hostelin yöneticisi önde, biz arkada bisikletle tapas turu yaptık,
köprüye gittik. Sonrasında bizi kendi arkadaşlarının işlettiği aslında biraz da
çay bahçesinden bozma bir tapas bara götürdü. Nefis yemekler yedik. Devamında
da şahane bir bara gittik. Hostelde bu tur her akşam yapılıyormuş, ve gidilen
yerlerde sürekli değişiklik gösteriyormuş.
Bir de Cordoba gezmek için
çok kompakt bir şehir. Nefis bir harita hazırlamışlar. Şehirde görülecek ve
yapılabilecek her şey o haritada detaylı açıklamalarıyla mevcut.
Cordoba’dan bir sonraki
durağım ve Endülüs’teki son ziyaret edeceğim şehir Sevilla. Sevilla’da çok
meşhur bir hostelde yer ayırttım. Gezi boyunca kiminle karşılaşsam hostel
dediğim anda, kaldığım hostelin adını verdiler. Hostel lafı hafif kalıyor tabii. 250’den fazla
yatak kapasitesi, çok güzel bir terası, terasta büyükçe bir küvet havuzu, 2 büyük salonu, kocaman bir mutfağı ve isteyenler için
öğlen ve akşam yemekleri servisi vardı.
Benim için en önemli tarafı
çok çeşitli turlarının olmasıydı. Onlarla beraber yaklaşık dört tane tura
katıldım.iki tanesi yürüyerek şehir turuydu. Bir yeri kendi başıma gezmeden evvel şehir turu
yapmak, sonrasında yapmak ve görmek
istediklerim ile ilgili fikir sahibi olmamı ve daha keyifli ve verimli bir
şekilde dolaşabilmemi sağlıyor.
Sevilla gezdiğim diğer Endülüs
şehirlerine kıyasla daha büyük bir şehir. ( Ve de daha dindar...) Ancak gezilecek ve görülecek yerlerin
hepsi birbirine çok yakın olduğundan 2 günde rahar rahat gezmek mümkün, önceden
biraz organize olmak şartıyla tabii.
Sevilla’da ilk olarak
görülmesi gereken bölge Santa Cruz. Santa Cruz Sevilla’nın eski Yahudi mahallesi.
La Giralda kulesiyle katedral,Reales Alcazares, Archivo de Indias; hepsi
birbirlerine çok yakın mesafelerde bu bölgede yer alıyor.
Sevilla katedrali dünyadaki
en büyük katedrallerden biriymiş. İçinde Kristof Kolomb’un mezarı var. O kadar
büyük ve süslü ki, görmek saatlerinizi alıyor.
La Giralda’dan görülen Sevilla
manzarası ise muhteşem.
Görülmesi gereken bir diğer
yer Real Alcazar. Bu sarayı, bahçelerini ve içindeki sergileri gezmek için en
azından yarım güne ihtiyacınız var.
Hostel aracılığıyla
katıldığım turların bir tanesi Yahudi Mahallesi turuydu. Sokak sokak gezip,
yaşanmışlıkları dinledim. Bu tur Sevilla’yı biraz daha iyi anlamamı sağladı.
Castillo de San Jorge- Engizisyon müzesi. Müze yaklaşık üç yüz yıl engisisyona ev sahipliği yapmış San Jorge kalesinin kalıntıları üzerine kurulmuş. Yeri Triana köprüsünün dibinde.
Sevila’da yapmış olduğum bir
diğer tur, Triana turu. Triana Sevilla’da Çingenelerin yaşadığı mahalle. Bu tur
sadece haftada iki gece yapılıyordu, şansıma zamanım uydu gidebildim.
Rehberimiz Chel, Sevilla’da
doğmuş büyümüş bir çingene. Triana’nın sokaklarını dolaşırken bize Çingenelerin
tarihini, yaşam tarzlarını anlattı. Kendilerini Sevilla’lılardan çok farklı
görüyorlarmış, tuttukları futbol takımı bile ayrıymış.
Sevilla’yı anlatıp Flamenko’dan
bahsetmeden olmaz.
Rehberimiz Chel’in
ifadesiyle “Flamenko İspanya’da yaşayan Çingenelerin maruz kaldıkları baskı
sonucunda bir çeşit kendilerini ifade etme şekli” .
Yüzyılların çaresizliğini,
acısını sevdiklerinden uzak kalmayı şarkılar ve dans ve müzik aracılığıyla ifade
etmişler.
Sevilla’da mutlaka bir
Flamenko gösterisine gidin. Müzik ve şarkılar insanın ruhuna işliyor. Dans için
ise ifade edecek kelime bulmak bile zor. Tüm ruhunla, içinden geçen tüm
duygularla dans etmek. Dans ederek konuşmak. Bir kadınla erkeğin karşılıklı Flamenko
gösterisini izlediğinizde hiç sözcük kullanmadan sadece dans ederek inanılmaz tutkulu bir
diyalog izliyorsunuz. Bazen çok yavaş, bazen de öfkeyle o kadar hızlı ki,
adımların hızını takip edemeden.
Sevilla’da çok farklı
Flamenko gösterileri bulmak mümkün. Tavsiyem Flamenko müzesinin içindeki gösteriye gitmeniz.
Eğer Flamenko öğrenmek
istiyorsanız Sevilla ya da Granada bunun için biçilmiş kaftan.. Bir taraftan
Endülüs'ü gezmek bir taraftan da Flamenko öğrenmek...
Benim seyahatim toplam 10
gün sürdü. Dört ayrı şehir gezdim hepsi de birbirinden inanılmaz farklıydı.
Anladım ki şehirlerin de
kendi kimlikleri var. Gelen, geçen, orada yaşayan herkes her toplumda, o şehirde
kendinden bir şeyler bırakıyor ya da bir şeyler alarak gidiyor. Ve bu da o şehrin kimliğini belirliyor..
Bu arada seyahatte gözüme
çarpanlar.
- Yemek ve içmek buralarda
çok ucuz. Özellikle de içmek. Biz alışmışız bizim barlarda karşımıza çıkan
fiyatlara. Bir içki en fazla 2-3 Euro. Benim içkiyle pek aram yoktur, ama Tinto
Veranoyu çok sevdim. Kırmız şarap ve
limon karışımı.
- Yurt dışına eğitimin ne
kadar büyük bir endüstri haline geldiğini Endülüs’te bir kez daha fark ettim. Seyahat
boyunca karşılaştığım insanların neredeyse yarısı o bölgede okumak ya da öğretmenlik yapmak için
başka ülkelerden gelmiş kişiler.
- Tapas barlar: Tapas
barlarda sipariş verdiğiniz her içkinin
yanında ücretsiz olarak bir tapa geliyor önünüze. İçkiyle beraber atıştırabilmeniz için. İçtiğinizin ille içki olması
gerekmiyor sonuçta kola da olabilir, ne de olsa Sangria koladan ucuz.