29 Ekim 2013 Salı

Farklı bir konaklama tarzı.. Hostel...





Seyahat etmeyi oldum olası çok seven bir insan oldum. İlk yurtdışı seyahatimde 16 yaşımdaydım, mektup arkadaşımı ziyarete Reggio Calabria’ya gitmiştim. O ana kadar hiç yurt dışına çıkmamıştım, hiç yalnız başıma seyahate çıkmamıştım ama seyahat söz konusu olunca bende cesaret kelimesi yerini " hadi hadi yap " diyen bir içsese bırakıyor galiba ve gözüm pek bir şey görmüyor...

Sonrasında çok farklı seyahatler yaptım, dünyayı gezdim. Beş yıldızlı otellerde kaldım, tatil köylerine gittim, pansiyonlarda, çadırlarda kaldığım seyahatler yaptım. Butik otellerde kaldım. Turlarla, tek başıma ya da bir arkadaşımla seyahat ettim. Kültür turlarına katıldım, sadece bir konser izleyebilmek için seyahat ettim. Yani o günkü koşullarım neyse ona göre seyahatimi planladım. Halen de öyle. Ancak bütün bu seyahatlerin içinde hostellerde kalmak hiç aklıma bile gelmedi, gelemezdi de...

Bundan yaklaşık 10 yıl öncesine kadar bana hostellerden bahsetseydiniz ilk aklıma gelen düşünceler, pis bakımsız acaba orada kimler kalıyordur seklinde önyargılar olurdu...Öyle ya benim bildiğim hostellerde kalanlar genelde sırt çantasıyla dolaşan tiplerdi, görünüşleri ise bakımsız üstü başı dökülen saç sakal birbirine karışmış...Kaldıkları yerler eğer  bu kadar ucuzsa, bir bit yeniği olmalıydı diye düşünürdüm...

Ancak şimdi özellikle...

Bir yeri, bölgeyi dibine kadar gezmek istiyorsam,
Tek başıma bir seyahat planlıyorsam,
Gerçekten ekonomik bir seyahat yapmak istiyorsam,
Ve normal turistlerin, acentelerin gitmediği yerlere gitmek istiyorsam, standardın dışında sayılabilecek gezilere katılmak, turlar almak istiyorsam tercihim hostellerde kalmak.






Bugün iyi otel kalitesinde hosteller bulabiliyorsunuz. Özellikle de internet sayesinde. İnternette hostelworld.com gibi siz dünyanın her tarafında kalabileceğiniz hostelleri bulabileceğiniz online rezervasyon yapabileceğiniz, bu hostellerle ilgili detaylı karşılaştırma yapabileceğiniz internet siteleri var. Ve ben özellikle birkaç şehirde kaldığım hostelleri otele değişmem. 






Bunun dışında hosteller inanılmaz sosyal ortamlar, çok fazla insanla tanışma imkanınız var. Herkes seyahat etmek amacı ile orada, herkes gördüğünü, yaşadığını paylaşmaya açık ve yeni bir şey öğrenmeye aç. Bu yüzden önyargısız olarak insanlarla konuşmaya başlıyorsunuz ve onların size verdiği seyahat ipuçları çok değerli.

Hostellerde ve hostellerin etrafındaki seyahat acentelerinde çok farklı turlar bulabiliyorsunuz. Örnek vermem gerekirse, Tayland’da yaptığım bamboo rafting, Peru Titicaca gölünde adada yaşayan bir ailenin evinde kalıp onlarla bir gece geçirme deneyimi, ya da Sevilla’da Çingene mahallesini gezip onların kültürü hakkında bilgi edinebildiğim tur.. Bunlar sadece birkaçı...






Hostellerde kalmak ve backpacking yapmak aslında farklı bir seyahat kültürü. Ben ikisinin birbirinden ayrılamaz olduğunu zannederdim ancak anladım ki, hostellerde kalmak için backpacking yapmanız gerekmiyor. Öğrencilerin dışında çok farklı kültürlerden insanlarla tanışabiliyorsunuz, özellikle uzun dönem çalışıp işe ara vermeye ve birkaç aylığına dünyanın belli bir bölgesini gezmeye karar vermiş insanlarla.

Benim hostellerle ilgili düşüncelerimin değişmesi ve bu kültürü sevmem için birbirinden farklı birkaç seyahat yapmam gerekti. İtiraf etmeliyim ki yaptığım seyahatlerin bir kısmında backpacking’i dibine kadar yaşadım. Şahane yerlerde de kaldım, ben burada ne arıyorum dediğim yerlerde de. Hostellerde iki kişilik çok şık döşenmiş odalarda da kaldım, kız erkek karışık sekiz kişiyle aynı odayı da paylaştım. Kaldığım yerleri ve seçimleri biraz yaptığım seyahatin ruhu, biraz da o günkü koşullarım belirledi.

Mesela Latin Amerika seyahatim sırasında Peru’dan Bolivya’ya geçeceğim dönemde Bolivya’da darbe yeni bitmişti. Ve tek başıma seyahat eden bir kadın olarak ödüm kopuyordu. Seyahatte arkadaş olduğum bir grup insana takıldım ve Bolivya’nın bir kısmını onlarla gezdim. Sonuç mu... 1.5 dolarlık hostelde kalmak. Tavsiye eder miyim kesinlikle etmem, bir daha yapar mıyım. Yüzde yüz evet. Ya da yine Bolivya’da Uyuni tuz çölünü gezmek için üç günlük bir tur aldık ve Bolivya’nın ücra köşelerinde köylerde kaldık. Ve tabii ki onların koşulları neyse onları yaşadık. Tam tersine Buenos Aires’te ya da Cuzco’da kaldığım hosteller tamamen butik otel gibiydi. Tek farkı daha kalabalık, ses düzeyinin biraz daha yüksek olması ve iki kişilik odaların dışında yatakhane tip odaların olmasıydı. Cordoba’da kaldığım hostelde akşamları bisikletle tapas turu vardı, hostelin servisinin bir parçası, inanılmaz eğlenceliydi. O kadar şeker bir yerdi ki, otel fiyatı verip yine de orada kalmayı seçebilirdim...




Her ülkede hostellerde kalmayı seçer miyim? Bunun cevabı yapacağım seyahat tarzına göre değişir. Ancak, bazı ülkelerde bu konsept henüz gelişmediğinden kalmamayı seçebilirim gibi geliyor bana.

Geçen ay Endülüs’e yapmış olduğum seyahatte Avrupa’daki hostellerin geldiği noktayı görünce çok şaşırdım. İnanılmaz şık hosteller var, gençlere hitap ettikleri için onların ilgisini çekebilmek adına çok farklı ilginç turlar düzenliyorlar, yemekler organize ediyorlar. Farklı sporlarla ilgili servisler veriyorlar, ve onları yapabilmenizi, tek başına o turlara ulaşabilmenizi mümkün kılıyorlar hem de çok ucuz bir fiyata. Ve tabii ki seyahatte hayatınızı kolaylaştıracak servisi veriyorlar. Mesela Granada’da gideceğim tarih için Alhambra biletleri tükenmişti. Hostele mail attım ve onlar çok cüzi bir komisyon karşılığında bana bilet sağladılar.

Diğer tarafta başka bir ülkede hostel adına karşınıza çıkan yerler gayet tatsız oluyor. Böyle bir durumda otelde kalsam bile yine de civar olarak hostellerin çoğunlukta olduğu bölgeleri seçiyorum ki turlara ve o bölgeyle ilgili farklı bilgilere ulaşabileyim.

Avustralya, Güney Doğu Asya, Latin Amerika ve Endülüs’ü hostellerde kalarak gezdim. Ve hepsinde de hostellerde kalmama rağmen hostel kaliteleri servisleri birbirinden çok farklıydı. Bugün kalacağım hosteli seçmek benim için otel seçmekten farksız. İnternet sitesinden istediğim koşullara uygun hostelleri buluyorum, oralar hakkında yazılmış yazıları okuyorum, insanlar gerçekten memnun kalmış mı diye. Önceliklerime göre karşılaştırma yapıyorum ve ona göre seçim yapıyorum. Bazen de pek bir seçeneğim olmuyor, eğer hayatımda adını bile duymadığım bir köye gitmeyi seçmişsem karşıma çıkan ne ise kabul etmek zorunda kalıyorum...

Böyle bir seyahati herkese tavsiye edebilir miyim.. Açıkçası edemem. Ben tekrar hostellerde kalarak seyahat etmeye devam eder miyim? Kesinlikle evet. Ama tüm seyahatlerimi hostellerde kalacakmışım gibi planlamam. Aslında hostellerde kalmak backpacking yapmak bir seyahat şekli ve seçim, ve kesinlikle denemeye değer...

22 Ekim 2013 Salı

Veee Samos....



SAMOS’A AŞIK OLDUM



Samos’a gitmek çok kolay... Kuşadası’na gidip oradan feribotlarla geçilebiliyor. Nisan ve Ekim ayları arasında her gün sabah dokuzda Kuşadası’ndan Samos’a, saat beşte de Samos’tan Kuşadası’na feribot var. Yolculuk yaklaşık bir buçuk saat sürüyor. Biz seyahatimize Sakız adasından başladığımız için Samos’a gidebilmek için adalar arası çalışan lokal feribotlardan birini kullandık. Dönüşte ise Samos’tan Kuşadası’na geçtik.

Samos’a vardığımızda ilk yaptığımız, gidip kiraladığımız arabayı teslim almak. Samos büyük sayılabilecek bir ada. Eğer ben gittiğim yerde bir otele giderim, oradan da fazla çıkmaya niyetim yok diyenlerdenseniz o zaman belki araba kiralamanız gerekmez. Ama benim gibi gitmişken ne var ne yok göreyim, köyleri ziyaret edeyim, arkalarda kalmış bakir plajlara gideyim diyorsanız, yani içinizde keşif ruhu varsa araba ( ya da motosiklet ) şart. Arabayı da önceden kiralamakta fayda var.

Arabayı kiraladık ve yola çıktık ve ben ilk andan itibaren Samos’a bayıldım. Ve tatilin devamında adayı gezmeye devam ettikçe bu duygum katlandı. Ada yemyeşil. Her tipte ağaç, meyve, sebze... Zaten adada tarım çok önemli. Neredeyse gittiğiniz her restoranda sizi sebze ve meyvelerimiz adamızda yetiştirilmektedir, ya da kendimiz yetiştirmekteyiz yazısı karşılamakta. Adanın büyüklüğü, yaşayan insan sayısının azlığı, bir de topraklarının tarıma elverişli olmasını göz önüne alırsanız çok doğal. 



Ben bir adaya gittiğim zaman denize girmenin yanı sıra adanın dağ köylerini gezmeyi de çok seviyorum. Köylere gittiğinizde adanın gerçek yaşamı ile karşılaşıyorsunuz. Küçücük kahveler, kahvelerde oturan yaşlı amcalar, tam damak tadı nefis yemek ve tabii tüm Yunan adalarında olduğu gibi rengarenk bir ortam.

İtiraf etmeliyim ki Yunanlıların rengi kullanabilme, en alakasız renkleri ve objeleri bir araya getirip dünyanın en sıcak ortamını yaratma hallerine bayılıyorum. İçinde neredeyse 3–5 kişinin olduğu bir köye varıyorsunuz, küçücük bir kahve. Nasıl güzel nasıl hoş. Şu kahvedeki iskemleye oturup burada yaşlanabilirim duygusu... Bir de masalar, masa örtüleri ve iskemleler tabii. Hepsi rengarenk hepsi birbirine uyumlu. Yan yana üç tane kahve var, hepsini iskemle ve örtü renklerinden ayırt edebiliyorsunuz... Gel de aşık olma...

Dağ köylerine gelince... İlk gün yola çıktığımızda yol bizi Mytilinii’ye götürdü. Şehir merkezinden çok da uzakta olmayan şahane bir köy. Neredeyse ortalıkta hiç turist yok. Şahane bir köy meydanı var. Meydanın etrafında da küçük tavernalar. Meydanda oturup kahvenizi içerken etrafı, etraftaki yaşamı seyretmek çok keyifli. Bir de tabii her zamanki gibi çok renkli. 




Adada ziyaret ettiğimiz diğer dağ köyleri Vourliotes ve Manolates.  Vourliotes şahane manzarası olan küçücük bir köy. Sadece Vourliotes’e gitmek için tırmandığınız dağ yolunda bile manzaralar nefes kesici. Üzüm bağları, çam ağaçları ve zeytin ağaçlarının arasından denizi seyretmek nefis.
Manolates’e gelince. Manolates’e gitmek için içine girdiğiniz yol kesif bir orman yolu. Ağaçlar büyümüş, birbirinin üzerini kaplamış, birbirine bu kadar yakın iki köye tırmanırken çıktığınız yolların birbirinden bu kadar farklı olması enteresandı. Manolates Vourliotes’e göre daha turistik bir köy. Her taraf seramik resim galerileriyle dolu. Küçük küçük çok keyifli dükkanlar var. İnsan aldıklarını taşırken homurdanacağını bile bile alışveriş yapmadan duramıyor.




Adada tepeye tırmandığımız son köy Pyrgos. Pyrgos diğerlerine göre çok daha az turistik bir köy. Pyrgos’a kadar gelmişken dağın tepesine çıkmaya karar verdik. İrili ufaklı bir dolu köyün içinden geçtik. Yollar şahane. Ancak zikzaklar çize çize uzun bir süre gittikten sonra henüz dağın tepesine varamayınca pes ettik. Pyrgos’un etrafında gezinmek adanın tarım alanlarını yakından görebilmemizi sağladı. Tepeye doğru tırmanan uçsuz bucaksız bir yeşillik.

Gelelim deniz kenarına. Adanın iki tane turistik merkezi var. Kokkari ve Pythagorio. Kokkari’nin çok uzun turkuaz bir plajı, küçük bir limanı ve tavernalarının olduğu ayrı bir bölümü var. Özellikle Kokkari ve etrafındaki plajların suyu gerçek anlamıyla turkuaz. Yeşil ile turkuazın bu şekilde bir araya gelmesi nefes kesici. Samos’a aşık olma nedenlerimden biri de bu galiba. Bu kadar yeşil ve bu kadar mavi, bu kadar turkuaz... Kokkari büyükçe ve açık bir koy olduğundan denizi çok dalgalı, turkuaz olsun ama sakin olsun derseniz Kokkari’yi gezdikten sonra öncesinde ve sonrasındaki küçük koylardan denize girebilirsiniz. Kedros, Lemonakia, Tzambou... Her bir plajın kendi küçük tavernası var.





Ben Kedros’a bayıldım. Dekorasyon, film seti gibiydi. Plaja, anneannelerimizin zamanından kalma eski koltuklar koyup, fiskos köşeleri yapmışlar. Diğer plajlara göre çok da sakindi, kesinlikle tavsiye edilir, denize girmek istemezseniz, en azından ortamını görüp bir kahve içmek için.




Pythagorio’ya gelince. Adanın en turistik yeri. Adaya gelen tüm tekneler orada demirliyor. Bizim de sahil kasabalarımızdan alışık olduğumuz şekilde etraf birbiri ardına dizilmiş tavernalarla dolu. Tavernaların çoğunda herkese hitap edebilmek için pizza, et, balık, Yunan mutfağı, her tipte yemek var. Biraz ortaya karışık bir durum yani. Thanasis’ Sister diye bir yerde yemek yedik, görüntüsü hem şık hem de çok sempatikti. Diğer tavernaların arasında sıkışmış gibiydi, ama müdavimi çok, bir gelen bir daha geliyor. Biz bile iki defa gittik. Özellikle anneanne tarifiyle yaptıkları yemekleri nefisti.

Pythagorio’nun etrafında da irili ufaklı farklı plajlar var. Kerveli, Psili Ammos... Biz Glikoriza’dan denize girdik, ancak seçenek çok. Zaten adanın etrafında 50’den fazla plaj var, O yüzden hepsini birden görmek pek mümkün değil.

Bu seyahatteki amacımız doğa ve deniz olduğundan adadaki manastırları gezmek ya da adanın tarihini keşfetmek imkanımız olmadı. Ancak benim için Samos farklı mevsimlerde de gidilebilecek ve tadına varılacak bir ada.