17 Aralık 2013 Salı

Endülüs - Cordoba ve Sevilla



Cordoba ve Sevilla, Endülüs seyahatimin ikinci kısmı...

Cordoba; seyahatin başından beri, nasıl gideceğim konusunda benim için soru işaretli şehirlerden biriydi. Cordoba’ya gitmek için yolumu biraz uzatmam gerekiyordu. Mesafeleri de pek kestiremiyordum. Bir de dört şehir değiştirip her seferinde çanta aç kapa moduna girmektense acaba günü birlik gitme imkanım olur mu diye düşündüm. Sorduğum neredeyse herkes Granada’dan günü birlik gidip gelebileceğimi görülecek en önemli şeyin Mesquita olduğunu söylediler. Ben de seyahatin içinde karar vermek istedim.

Granada ve Cordoba arası üç saat, yani gün içinde toplam altı saatimi yollarda geçirmem gerekiyordu. Ben de bir gece Cordoba’da kalıp öyle Sevilla’ya geçmeye karar verdim. İyi ki de yapmışım. Keşke bir değil iki gece kalsaymışım. O kadar güzel bir yerdi ki..

Öncelikle şahane bir hostelde kaldım. Dekorasyonu sanki kendi evimmiş gibi. Salondaki objeler bile uygun. Eski bir bina, taş yerler, her taraf pırıl pırıl, nefis bir kahvaltı bir de üstüne hostelin servisi olarak bisikletle tapas turu daha ne olsun.

Cordoba denildiği anda ilk akla gelen eser Mesquita. Mesquita Cordoba’nın 12.yüzyıldan kalma büyük camisi. Daha doğrusu önce cami olarak yapılmış, sonrasında kiliseye ve katedrale dönüştürülmüş. Endülüs'ün incisi. Tam bir görsel şölen. İçine mermer granit , akik ve yeşim taşından yapılmış 856 adet sütun var. İnsanın içinde sonsuzluk hissi uyandırıyor. Her tarafı inanılmaz el işçilikleriyle, işlemelerle dolu. 






 


 

Cordoba’daki gezimde bir sonraki adım eski Yahudi mahallesi. “ Cordoba’nın kalbi eski Yahudi mahallesinde atar.”  Bu cümleyi bir kitapta okumuştum. Cordoba’ya gidince gördüm ki gerçekten de öyleymiş. Yüzyıllardır neredeyse hiçbir değişiklik olmamış gibi duran bir mahalle. Daracık sokakları, 2 katlı evleri, ve tabii ki patioları...Cordoba’ya gidin ve Yahudi mahallesinde dolaşırken kaybolun. Teterialara gidip çay için, tapas barlarında nefis İspanyol mezeleri tadın... 14. yüzyıldan kalma sinagogu ziyaret edin...Alcazar de los Reyes’in bahçesinin keyfini çıkartın.





Cordoba’nın patioları - avluları -  çok meşhur. Her biri özenle döşenmiş rengarenk çiçekler içinde.  Eğer gün ve saatlerini uydurabilirseniz avluları ziyaret etmek mümkün. Mayıs ayında en güzel avlu kime ait diye bir yarışma varmış Cordoba’da. Ben Yahudi mahallesinde dolaşırken bina sahiplerinden ya da restoran sahiplerinden izin alarak gidip avlularını gördüm. O kadar güzel ki, ve o kadar çok ki; insan kafasını hangi tarafa çevireceğini şaşırıyor.







Vaktiniz olursa Yahudi mahallesinin dışında kalan bölgeyi turlayın.  Tipik bir ortaçağ şehri görüntüsünde. Hiç bozulmamış. Bu bölgede Viyana sarayını ziyaret edin. Bu saraya çiçek sarayı da diyorlar. Patioları ve bahçeleri muhteşem. İçinde 12 ayrı patio var. Her biri ayrı bir üslupla dekore edilmiş, çiçeklendirilmiş.

Cordoba’da yaşadıklarımdan aklımda kalanlar  deyince bisikletle tapas turunu es geçmem imansız. Kaldığım hostelda yaklaşık on tane bisiklet vardı. Hostelin yöneticisi önde, biz arkada bisikletle tapas turu yaptık, köprüye gittik. Sonrasında bizi kendi arkadaşlarının işlettiği aslında biraz da çay bahçesinden bozma bir tapas bara götürdü. Nefis yemekler yedik. Devamında da şahane bir bara gittik. Hostelde bu tur her akşam yapılıyormuş, ve gidilen yerlerde sürekli değişiklik gösteriyormuş.

Bir de Cordoba gezmek için çok kompakt bir şehir. Nefis bir harita hazırlamışlar. Şehirde görülecek ve yapılabilecek her şey o haritada detaylı açıklamalarıyla mevcut.

Cordoba’dan bir sonraki durağım ve Endülüs’teki son ziyaret edeceğim şehir Sevilla. Sevilla’da çok meşhur bir hostelde yer ayırttım. Gezi boyunca kiminle karşılaşsam hostel dediğim anda, kaldığım hostelin adını verdiler.  Hostel lafı hafif kalıyor tabii. 250’den fazla yatak kapasitesi, çok güzel bir terası, terasta büyükçe bir küvet havuzu, 2 büyük salonu, kocaman bir mutfağı ve isteyenler için öğlen ve akşam yemekleri servisi vardı.

Benim için en önemli tarafı çok çeşitli turlarının olmasıydı. Onlarla beraber yaklaşık dört tane tura katıldım.iki tanesi yürüyerek şehir turuydu. Bir yeri kendi başıma gezmeden evvel şehir turu yapmaksonrasında yapmak ve görmek istediklerim ile ilgili fikir sahibi olmamı ve daha keyifli ve verimli bir şekilde dolaşabilmemi sağlıyor.

Sevilla gezdiğim diğer Endülüs şehirlerine kıyasla daha büyük bir şehir. ( Ve de daha dindar...) Ancak gezilecek ve görülecek yerlerin hepsi birbirine çok yakın olduğundan 2 günde rahar rahat gezmek mümkün, önceden biraz organize olmak şartıyla tabii.

Sevilla’da ilk olarak görülmesi gereken bölge Santa Cruz. Santa Cruz Sevilla’nın eski Yahudi mahallesi. La Giralda kulesiyle katedral,Reales Alcazares, Archivo de Indias; hepsi birbirlerine çok yakın mesafelerde bu bölgede yer alıyor. 









Sevilla katedrali dünyadaki en büyük katedrallerden biriymiş. İçinde Kristof Kolomb’un mezarı var. O kadar büyük ve süslü ki, görmek saatlerinizi alıyor. 





La Giralda’dan görülen Sevilla manzarası ise muhteşem. 









Görülmesi gereken bir diğer yer Real Alcazar. Bu sarayı, bahçelerini ve içindeki sergileri gezmek için en azından yarım güne ihtiyacınız var. 





 Hostel aracılığıyla katıldığım turların bir tanesi Yahudi Mahallesi turuydu. Sokak sokak gezip, yaşanmışlıkları dinledim. Bu tur Sevilla’yı biraz daha iyi anlamamı sağladı.

Castillo de San Jorge- Engizisyon müzesi.  Müze yaklaşık üç yüz yıl engisisyona ev sahipliği yapmış San Jorge kalesinin kalıntıları üzerine kurulmuş. Yeri Triana köprüsünün dibinde.






Sevila’da yapmış olduğum bir diğer tur, Triana turu. Triana Sevilla’da Çingenelerin yaşadığı mahalle. Bu tur sadece haftada iki gece yapılıyordu, şansıma zamanım uydu gidebildim.

Rehberimiz Chel, Sevilla’da doğmuş büyümüş bir çingene. Triana’nın sokaklarını dolaşırken bize Çingenelerin tarihini, yaşam tarzlarını anlattı.  Kendilerini Sevilla’lılardan çok farklı görüyorlarmış, tuttukları futbol takımı bile ayrıymış. 











 
Çingene – gypsy kelimesi ‘egipcio’ kelimesinden gelmekteymiş. Çingeneler Hindistan’dan o bölgeye geldiklerinde saygı görebilsinler diye Yukarı Mısır krallığından geldiklerini söylemişler. Böyle bir krallık yok tabii... Uzun sürede etraflarındakileri inandırmışlar. Ve bu sayede saygınlık elde etmişler. İspanyolca Çingene kelimesi ‘gitano’ ‘egipcio’ kelimesinden gelmekte.

 Sevilla’yı anlatıp Flamenko’dan bahsetmeden olmaz.

Rehberimiz Chel’in ifadesiyle “Flamenko İspanya’da yaşayan Çingenelerin maruz kaldıkları baskı sonucunda bir çeşit kendilerini ifade etme şekli” .

Yüzyılların çaresizliğini, acısını sevdiklerinden uzak kalmayı şarkılar ve dans ve müzik aracılığıyla ifade etmişler.

Sevilla’da mutlaka bir Flamenko gösterisine gidin. Müzik ve şarkılar insanın ruhuna işliyor. Dans için ise ifade edecek kelime bulmak bile zor. Tüm ruhunla, içinden geçen tüm duygularla dans etmek. Dans ederek konuşmak. Bir kadınla erkeğin karşılıklı Flamenko gösterisini izlediğinizde hiç sözcük kullanmadan  sadece dans ederek inanılmaz tutkulu bir diyalog izliyorsunuz. Bazen çok yavaş, bazen de öfkeyle o kadar hızlı ki, adımların hızını takip edemeden.








Sevilla’da çok farklı Flamenko gösterileri bulmak mümkün. Tavsiyem Flamenko müzesinin içindeki gösteriye gitmeniz.

Eğer Flamenko öğrenmek istiyorsanız Sevilla ya da Granada bunun için biçilmiş kaftan.. Bir taraftan Endülüs'ü gezmek bir taraftan da Flamenko öğrenmek...

Benim seyahatim toplam 10 gün sürdü. Dört ayrı şehir gezdim hepsi de birbirinden inanılmaz farklıydı.

Anladım ki şehirlerin de kendi kimlikleri var. Gelen, geçen, orada yaşayan herkes her toplumda, o şehirde kendinden bir şeyler bırakıyor ya da bir şeyler alarak gidiyor.  Ve bu da o şehrin kimliğini belirliyor..

Bu arada seyahatte gözüme çarpanlar.

- Yemek ve içmek buralarda çok ucuz. Özellikle de içmek. Biz alışmışız bizim barlarda karşımıza çıkan fiyatlara. Bir içki en fazla 2-3 Euro. Benim içkiyle pek aram yoktur, ama Tinto Veranoyu çok sevdim.  Kırmız şarap ve limon karışımı.
  
- Yurt dışına eğitimin ne kadar büyük bir endüstri haline geldiğini Endülüs’te bir kez daha fark ettim. Seyahat boyunca karşılaştığım insanların neredeyse yarısı  o bölgede okumak ya da öğretmenlik yapmak için başka ülkelerden gelmiş kişiler.  

- Tapas barlar: Tapas barlarda sipariş  verdiğiniz her içkinin yanında ücretsiz olarak bir tapa geliyor önünüze. İçkiyle beraber atıştırabilmeniz için. İçtiğinizin ille içki olması gerekmiyor sonuçta kola da olabilir, ne de olsa Sangria koladan ucuz.







15 Aralık 2013 Pazar

Endülüs - Malaga ve Granada



Yıllardır Endülüs’e gitmek isterim. Bir türlü kısmet olmaz. Hep önüne başka seyahatler geçer. Benim için Toskana- Provence- Endülüs.. Avrupa’daki muhteşem üçlü....Nedense Avrupa kıtasında yaptığım seyahatlerin çoğunluğu büyük şehirlere tekrar tekrar gitmekten ibaret olmuştur. Ve iki sene öncesine kadar bu üçlüye bir türlü sıra gelmemişti.

Geçtiğimiz Nisan ayından beri kıvranıyorum Endülüs diye, en son yazın gitmeye kalktım- iyi ki gitmemişim sıcaklık 50 dereceden fazlaymış. Sonunda bir Çarşamba günü biletimi kestirip iki gün sonra Malaga’ya uçtum.

Planım: Malaga- ilk etapta aklım gelen bir şehir olmasa da THY’nin oraya direkt uçuşu var-  ve peşinden Granada Cordoba ve Sevilla’yı görebilmek...Tek başıma gezmek için seyahat ettiğim yolculukların çoğunda olduğu gibi hostellerde kalmayı seçtim.

Amacım Malaga’da bir gece kalıp devamında da Granada’ya geçmekti. Malaga ve Granada’daki hostellerimi ayarladım seyahatin devamının nasıl akacağına da yolculuk boyunca karar veririm dedim.

Açıkçası Granda’daki hostelimi ayırttığıma bile pişman oldum. Çünkü Malaga’ya bir saat uzaklıkta Cadiz ve Ronda’yı mutlaka gör dediler ancak seyahatim önceden planlanmış olduğu için gidemedim. Ben bu seyahatte deniz kenarındaki bölgeyi gezemedim... Cadiz, Tarifa.. Costa Del Sol.. Bir sonraki seyahate...

Malaga havaalanı şaşırtıcı şekilde büyük,.. Bizim bagaj alım konveyorü 34 numaraydı. Aynı anda kaç tane uçak iniyor olmalı...

Malaga İspanya’nın büyük şehirlerinden... Diğer tüm Endülüs şehirleri gibi yemyeşil. 





Barlarıyla kafeleriyle Malaga limanı görülmeye değer...




Malaga'nın içinden denize girmek mümkün, ancak asıl güzel olan plajlar Malaga'nın biraz dışında olan plajlarmış.Bu seferki seyahatim deniz seyahati olmadığından ve Malaga’da sadece bir günüm olduğundan açıkçası ben denize gidemedim. 

Endülüs’ün birçok bölgesi gibi Malaga da tam bir öğrenci şehri, dünyanın her tarafından öğrenciler değişim programlarıyla Malaga’ya gelip bir sene Malaga’da yaşıyorlar.

Havaalanından şehre ulaşım çok kolay. Havaalanından çıkar çıkmaz yolun karşısında tren istasyonu var. Trenle merkeze 15 dakikada varıyorsunuz. Ben trafiğe kapalı turistik bölgede kaldım. Zaten her yer ve her şey birbirine çok yakın. 




Malaga, Malaka kelimesinden geliyormuş, anlamı da tuz diyarı demekmiş.

Malaga Picasso’nun doğduğu ve çocukluğunu geçirdiği şehir. O yüzden adım başı Picasso ile ilgili, burada oturmuştu, burada okula gitmişti şeklinde tabela ya da bilgiye rastlıyorsunuz. Malaga’daki Picasso müzesi görmeye değer. Açıkçası ben büyük bir Picasso hayranı değilimdir, ancak müze çok ilginçti. Konu Picasso ve aile. Picasso’nun aile fertlerinin tabloları var müzede. Bir de çok geniş bir fotoğraf koleksiyonu. Yani Picasso’nun aşk hayatını kaç çocuğu olmuş... Aslında Picasso’nun insan tarafını ön plana çıkarmışlar, sergiden sonra daha bir sempatik geldi bana...




Endülüs’te neredeyse her bölgede karşıma free walking tour’lar çıktı. Aslında tamamen ücretsiz değil, sonucunda sizden küçük bir bahşiş bekliyorlar. Sizi 2-3 saat sokak sokak dolaştırıp, o şehrin tarihini anlatıyorlar. Özellikle Franko döneminin Malaga tarihinde çok önemli bir yeri var, bu dönemde en çok zarar gören şehirlerden biriymiş Malaga. O yüzden yeni anayasanın kabulünü haber veren gazeteleri büyük demir plakalar halinde bastırıp meydanlara yerleştirmişler. 




Bence seyahatin başında Malaga’da yaptığım yürüyüş turu ve Franko dönemi hakkında öğrendiklerim seyahatin devamında gittiğim yerleri daha iyi anlayabilmemi sağladı.

Bir günde Malaga’da bir çok yeri gezmeye vaktim oldu denebilir, özellikle walking tour sayesinde...

- Fenike Şehri surları: Kentte en eski kalıntılar. Picasso Müzesi bodrum katında görülebilir.
- Antik Roma anfitiyatrosu: MÖ. 1. yy'dan kalma..
- Antik Roma, Vizigot, Arap ve İspanyol dönemlerinden kalma şehir surları .
- Alcazaba: Endülüs Araplarından kalma çok önemli bir kale ve emir/hükümdar ikametgahı. Bu kale şehre hakim olan bir tepe üzerinde kurulmuş ve ilk kuruluşunda şehri korsan hücumlarından korumak için yapılmış...





- La Concepcion: Tarihi botanik bahçe ...
- Malaga Katedrali ve Piskoposluk Sarayı: Rönesans stilinde planlanmış ama mali zorluklar dolayısıyla tamamlanmamış. Epey zaman sonrada Barok mimarı stili uygulanarak bitirilmiş.
- Santiago Kilisesi: İspanya Müslümanlardan fethedildikten hemen sonra ortaya çıkan İslam ve Hıristiyan mimarı stillerinin karışımı olan "Mudejar" mimari stilinde.
- İglesia del Sagrario: Eski Arap caminin Hıristiyan fatihler tarafından değiştirilmesi ile ortaya çıkmış. Gotik mimari stilde çok süslü cephesi eşsiz...




 Malaga’dan sonraki durağım Granada...

Malaga Granada arası mesafe otobüsle yaklaşık 2 saat. Otobüsler gayet konforlu ve wi-fi var. Endülüs’te belli başlı şehirler arasında sürekli bir hareket ve turist akımı olduğundan hemen hemen her saat başı otobüs var. Bir de her hatta tek şirket çalıştığından karıştırmak mümkün değil.

Malaga ve Granada birbirinden inanılmaz farklı. Biri ne kadar elegansa diğeri de o kadar çingene ve hippi. Biri son derece Avrupai diğeri ise çok daha etnik...Daha doğrusu Granada çifte karakterli...

Granada, Sierra Nevada Dağları'nın eteklerinde kurulu bir şehir... Bu yüzden hem kayak yapmak hem de dağlarda extreme sporlar yapmak isteyenler için çok ideal bir yer. Benim kaldığım hostelde Sierra Nevada’da yapılabilecek aktivitelerle ilgili çok farklı turlar vardı. Ayrıca, Costa del Sol Sahili'ne de yakın olduğundan deniz ve güneş tatili yapmak isteyenler için de ideal bir tatil mekanı. 

Granada İspanyolca'da nar demek... 



Hostelimin yeri trafiğe kapalı Albayzin semtindeydi. Albayzin semti Granada şehrinin ilk yerleşim bölgesiymiş. Albayzin ismi Arapça "el baizin"den türemiş, yani "atmaca avcılarının yeri" anlamına geliyormuş.

Semtin özelliği olan İki-üç katlı, teraslı veya çatılı beyaz evler, dar sokaklar her an karşınız çıkıyor. Ve tabii şehrin eteklerinden tepeye doğru tırmanan yokuş, yokuşlar. Sokakların zemini küçük küçük taşlardan yapılmış ve bu haliyle muhafaza edilmiş. 




(Otele giderken ve otelden çıkarken çantalarımı taşımak adına canıma okundu. Ne de olsa tekerli valizleri o taşların üzerinde yürütemiyorsunuz. O yüzen size tavsiyem eğer Albayzin’in iç bölgesinde kalmaya niyetiniz varsa otelinizi ne kadar tepede olup olmadığını ya da araba ulaşıp ulaşmadığını gitmeden evvel iyice kontrol edin.)

Albayzin semtinin etrafı kale surlarıyla çevrilmiş bu açıdan da tüm savaşlara ve saldırılara rağmen bozulmadan kalmayı ve dokusunu korumayı becerebilmiş. Albayzin’i ilk gördüğümde içimden geçen duygu: Burası İspanya olamaz. Sanki Fas ya da Tunus’ta pazar yerlerinden birini dolaşıyorum, daracık sokaklarına girip çıkıyorum. Dokusuyla, insanlarıyla, dükkanlarıyla, yapısıyla, ağızda bıraktığı tatla yani her şeyiyle çok farklı. 






Albayzin semtinden tepelere doğru tırmandığınızda  Mirador de San Nicolás ve Mirador de San Cristóbal’e varırsınız. Bu iki noktadan da Alhambra sarayının ve Granada’nın nefes kesici manzaralarını görmek mümkün. Benim gibi yokuş çıkmayı sevmeyenlere biraz zorlayıcı ama değdi. Bir de eğer vaktiniz varsa aynı manzarayı bir gündüz gözüyle, bir de güneş batarken Alhambra sarayı ışıklar içindeyken görmenizde fayda var. 





Albayzin'in kuzeydoğusunda bulunan Sacromonte tepesi, çingene (gitanos) mahallesi olarak anılır. Sacramonte tepesinde kayaların içine oyulmuş evleri (cuevas) ve onun yanı başındaki hippilerin yaşam yerlerini görmek çok ilginçti. Eskiden tamamen ihtiyaçtan oluşturulan bu evler (cuevas) şu anda çok popüler olmuş durumdalar. İçlerinde Flamenko okulu olan, otel olanlar var. 





Çingeneler ve Hippiler Granada kültürel hayatının ayrılmaz bir parçası halindeler..İlk gittiğim gün çok fazla hippiyle karşılaşınca anlamamıştım neden olduğunu. Sonrasında Sacramonte’yi görünce anladım. Dünyaca ünlü Flamenko şarkıcıları, dansçıları ve müzisyenleri bu semtten çıkarak Flamenko'yu tüm dünyada tanınır hale getirmişler. Sacromonte'deki mağara evlerde şimdi turistik Flamenko gösterileri izlemek mümkün.







Bizim hostelde ‘Cuevas turu’ diye bir tur vardı. Rehberle beraber şehri yürüyerek dolaştığın turlardan. İlginç geldi yapmaya karar verdim. Tabii turun ne olduğunu tahmin edemedim. Öncelikle yaklaşık 30 derece sıcaklıkta Albayzin’in tepesine kadar tırmandık, tırman tırman bitmez. Sonrasında sevgili rehberimiz bizi Albayzin’in tepesinden, dağdaki patika yollardan, Sacramonte’ye getirdi. Yani bir tepeden diğer tepeye aradaki dağ yolundan geçtik. 



Beni tanıyanlar bilir benim bir tarafım seyahat söz konusu olduğunda son derece maceracı ve hadi yapalım modundayken, dağlardan tepelerden aşağı inmeye pek bayılmam...Ama yaptığım seyahatlerde bazı şeyleri başka türlü göremediğimden bazen de eksik kalmamak için mutlaka bir yerlere tırmanacağım ya da bir yerlerden inmem gereken yerler olur. Hem ağlarım hem giderim misali. Yaparken söylene söylene yapıp sonuna da ayy iyi ki yapmışım yaptığım en muhteşem şeydi derim.. Bu sefer de öyle oldu. Allahtan turun başında anlamamışım ne yapacağımızı. Eğer bir gün Granada’ya yolunuz düşerse bu turu mutlaka bulun ve yapın. Benim için seyahatin en keyifli anlarından biriydi diyebilirim.  Normal bir tur alsaydım kesinlikle bu şekilde gezmem ya da görmem mümkün olmazdı.

Vee Alhambra...

Granada’ya gelme nedenlerimden biri. Aslında adı Alhambra Sarayı olarak geçse de arazinin içinde Generalife bahçeleri, Alhambra tepesi eteklerindeki koruluk alan içinde bulunan yüksek kapılar, taklar, çeşmeler, su kanalları; ayrıca tepedeki surlar içinde kalan Medine adlı (şu anda San Fransisco mahallesi diye anılan) eski yerleşim yeri, Alcazaba (eski kale), 5. Carlos Sarayı ve çeşitli kuleler ve Nazir Palce’ı barındırmakta. Yani yok yok. Öyle birkaç saatte bakar çıkarım şeklinde bir yer hiç değil. Tatlı bir yorgunluğa hazır olup gitmekte fayda var. 





Ben burada Alhambra’nın tarihinden bahsetmekten çok nasıl daha pratik gezilir ile ilgili birkaç tane ipucu vermek istiyorum.

Alhambra’nın biletleri önceden satışa sunulduğundan çoğunlukla biletleri tükenmiş oluyor. Gideceğiniz gün sabahın 7sinde kuyruğa girip, bilet satın almak da mümkün o zaman da işiniz biraz şansa kalmış, çünkü Alhambra için değişik saat gruplarından dört ayrı saat grubunda bilet alabiliyorsunuz. Gitmeden evvel bilet alabileceğiniz adres:


Değişik bilet tipleri var. Alhambra General bileti almanızı tavsiye ederim. Her yere giriş sağlıyor. Özellikle de Nazir Palace’a. İnanılmaz bir saray, içindeki el işlemeleri nefes kesici. Nazir Palace’a girmek için size saatle randevu veriyorlar. Her yarım saate bir içeri aldıkları belli bir kişi sayısı var. Siz kendi biletinizi ayırtırken gezinize Nazir Palace’la başlamayı tercih edin. Yoksa gezinizi belli bir yerde kesip saatine yetişmek ya da gezmeyi bitirdiğiniz halde beklemek durumunda kalabiliyorsunuz. Bir de gezmek için tercihen ilk saat grubunu seçin sonrası hem çok kalabalık hem de çok sıcak oluyor.

Alhambra muhteşemdi. Beni içinde en çok etkileyenler Nazir Palace ve Generalife gardens. 
Nazir Palace'ta  saatlerce duvar işlemelerini seyrettim..







General life'a gelince.. Ben çiçek ve bahçe çok severim- bakımından anlamasam da- önünde saatlerce dururum, eve döndüğümde o fotoğraflarla ne yapacağımı bilemediğim yüzlerce fotoğraf çekerim. Bahçeler inanılmazdı. Aslında ben hiçbir yeri gezmeyip sadece bahçelerin içinde kalabilirdim. 






Granada’dan bahsedip de sokak müzisyenlerinden bahsetmeden edemeyeceğim. O kadar iyiydiler ki onlara çalgıcı demek içimden gelmedi açıkçası. Bir grup müzisyenle tanıştım, hepsinin normal işleri var, çoğu evli, çocuklu.Hafta sonları açık havada sokaklarda inanılmaz bir müzik yapıyorlar.




Bir de en şaşırtıcı ve en güzeli Granada Devlet Orkestrası’nın sokakta verdiği konsere rast gelmek oldu. Hani Youtube’da ya da Facebook'ta görüp ah bir gün ben de böyle bir sahneyle karşılaşsam dediğiniz türden. Yaklaşık 50-60 kişi siyahlar içinde orkestra düzeninde oturarak, tüm müzik sistemlerini taşımışlar. Ve inanılmaz bir konser verdiler. Yaklaşık bir saat onları dinledim inanılmazdı. 




Granada’da yaklaşık üç gün kaldım, bazen kendi başıma bazen hostelde tanışıp arkadaş olduğum insanlarla gezdim. Tapas barlarda şahane yemek yedim. Hava da müthişti. Eylül sonu ayağımda şıpıdık terlikler üzerimde penye bir elbise...Ve Granada'ya tek kelimeyle bayıldım..

Granada’dan sonraki durağım Cordoba...






29 Ekim 2013 Salı

Farklı bir konaklama tarzı.. Hostel...





Seyahat etmeyi oldum olası çok seven bir insan oldum. İlk yurtdışı seyahatimde 16 yaşımdaydım, mektup arkadaşımı ziyarete Reggio Calabria’ya gitmiştim. O ana kadar hiç yurt dışına çıkmamıştım, hiç yalnız başıma seyahate çıkmamıştım ama seyahat söz konusu olunca bende cesaret kelimesi yerini " hadi hadi yap " diyen bir içsese bırakıyor galiba ve gözüm pek bir şey görmüyor...

Sonrasında çok farklı seyahatler yaptım, dünyayı gezdim. Beş yıldızlı otellerde kaldım, tatil köylerine gittim, pansiyonlarda, çadırlarda kaldığım seyahatler yaptım. Butik otellerde kaldım. Turlarla, tek başıma ya da bir arkadaşımla seyahat ettim. Kültür turlarına katıldım, sadece bir konser izleyebilmek için seyahat ettim. Yani o günkü koşullarım neyse ona göre seyahatimi planladım. Halen de öyle. Ancak bütün bu seyahatlerin içinde hostellerde kalmak hiç aklıma bile gelmedi, gelemezdi de...

Bundan yaklaşık 10 yıl öncesine kadar bana hostellerden bahsetseydiniz ilk aklıma gelen düşünceler, pis bakımsız acaba orada kimler kalıyordur seklinde önyargılar olurdu...Öyle ya benim bildiğim hostellerde kalanlar genelde sırt çantasıyla dolaşan tiplerdi, görünüşleri ise bakımsız üstü başı dökülen saç sakal birbirine karışmış...Kaldıkları yerler eğer  bu kadar ucuzsa, bir bit yeniği olmalıydı diye düşünürdüm...

Ancak şimdi özellikle...

Bir yeri, bölgeyi dibine kadar gezmek istiyorsam,
Tek başıma bir seyahat planlıyorsam,
Gerçekten ekonomik bir seyahat yapmak istiyorsam,
Ve normal turistlerin, acentelerin gitmediği yerlere gitmek istiyorsam, standardın dışında sayılabilecek gezilere katılmak, turlar almak istiyorsam tercihim hostellerde kalmak.






Bugün iyi otel kalitesinde hosteller bulabiliyorsunuz. Özellikle de internet sayesinde. İnternette hostelworld.com gibi siz dünyanın her tarafında kalabileceğiniz hostelleri bulabileceğiniz online rezervasyon yapabileceğiniz, bu hostellerle ilgili detaylı karşılaştırma yapabileceğiniz internet siteleri var. Ve ben özellikle birkaç şehirde kaldığım hostelleri otele değişmem. 






Bunun dışında hosteller inanılmaz sosyal ortamlar, çok fazla insanla tanışma imkanınız var. Herkes seyahat etmek amacı ile orada, herkes gördüğünü, yaşadığını paylaşmaya açık ve yeni bir şey öğrenmeye aç. Bu yüzden önyargısız olarak insanlarla konuşmaya başlıyorsunuz ve onların size verdiği seyahat ipuçları çok değerli.

Hostellerde ve hostellerin etrafındaki seyahat acentelerinde çok farklı turlar bulabiliyorsunuz. Örnek vermem gerekirse, Tayland’da yaptığım bamboo rafting, Peru Titicaca gölünde adada yaşayan bir ailenin evinde kalıp onlarla bir gece geçirme deneyimi, ya da Sevilla’da Çingene mahallesini gezip onların kültürü hakkında bilgi edinebildiğim tur.. Bunlar sadece birkaçı...






Hostellerde kalmak ve backpacking yapmak aslında farklı bir seyahat kültürü. Ben ikisinin birbirinden ayrılamaz olduğunu zannederdim ancak anladım ki, hostellerde kalmak için backpacking yapmanız gerekmiyor. Öğrencilerin dışında çok farklı kültürlerden insanlarla tanışabiliyorsunuz, özellikle uzun dönem çalışıp işe ara vermeye ve birkaç aylığına dünyanın belli bir bölgesini gezmeye karar vermiş insanlarla.

Benim hostellerle ilgili düşüncelerimin değişmesi ve bu kültürü sevmem için birbirinden farklı birkaç seyahat yapmam gerekti. İtiraf etmeliyim ki yaptığım seyahatlerin bir kısmında backpacking’i dibine kadar yaşadım. Şahane yerlerde de kaldım, ben burada ne arıyorum dediğim yerlerde de. Hostellerde iki kişilik çok şık döşenmiş odalarda da kaldım, kız erkek karışık sekiz kişiyle aynı odayı da paylaştım. Kaldığım yerleri ve seçimleri biraz yaptığım seyahatin ruhu, biraz da o günkü koşullarım belirledi.

Mesela Latin Amerika seyahatim sırasında Peru’dan Bolivya’ya geçeceğim dönemde Bolivya’da darbe yeni bitmişti. Ve tek başıma seyahat eden bir kadın olarak ödüm kopuyordu. Seyahatte arkadaş olduğum bir grup insana takıldım ve Bolivya’nın bir kısmını onlarla gezdim. Sonuç mu... 1.5 dolarlık hostelde kalmak. Tavsiye eder miyim kesinlikle etmem, bir daha yapar mıyım. Yüzde yüz evet. Ya da yine Bolivya’da Uyuni tuz çölünü gezmek için üç günlük bir tur aldık ve Bolivya’nın ücra köşelerinde köylerde kaldık. Ve tabii ki onların koşulları neyse onları yaşadık. Tam tersine Buenos Aires’te ya da Cuzco’da kaldığım hosteller tamamen butik otel gibiydi. Tek farkı daha kalabalık, ses düzeyinin biraz daha yüksek olması ve iki kişilik odaların dışında yatakhane tip odaların olmasıydı. Cordoba’da kaldığım hostelde akşamları bisikletle tapas turu vardı, hostelin servisinin bir parçası, inanılmaz eğlenceliydi. O kadar şeker bir yerdi ki, otel fiyatı verip yine de orada kalmayı seçebilirdim...




Her ülkede hostellerde kalmayı seçer miyim? Bunun cevabı yapacağım seyahat tarzına göre değişir. Ancak, bazı ülkelerde bu konsept henüz gelişmediğinden kalmamayı seçebilirim gibi geliyor bana.

Geçen ay Endülüs’e yapmış olduğum seyahatte Avrupa’daki hostellerin geldiği noktayı görünce çok şaşırdım. İnanılmaz şık hosteller var, gençlere hitap ettikleri için onların ilgisini çekebilmek adına çok farklı ilginç turlar düzenliyorlar, yemekler organize ediyorlar. Farklı sporlarla ilgili servisler veriyorlar, ve onları yapabilmenizi, tek başına o turlara ulaşabilmenizi mümkün kılıyorlar hem de çok ucuz bir fiyata. Ve tabii ki seyahatte hayatınızı kolaylaştıracak servisi veriyorlar. Mesela Granada’da gideceğim tarih için Alhambra biletleri tükenmişti. Hostele mail attım ve onlar çok cüzi bir komisyon karşılığında bana bilet sağladılar.

Diğer tarafta başka bir ülkede hostel adına karşınıza çıkan yerler gayet tatsız oluyor. Böyle bir durumda otelde kalsam bile yine de civar olarak hostellerin çoğunlukta olduğu bölgeleri seçiyorum ki turlara ve o bölgeyle ilgili farklı bilgilere ulaşabileyim.

Avustralya, Güney Doğu Asya, Latin Amerika ve Endülüs’ü hostellerde kalarak gezdim. Ve hepsinde de hostellerde kalmama rağmen hostel kaliteleri servisleri birbirinden çok farklıydı. Bugün kalacağım hosteli seçmek benim için otel seçmekten farksız. İnternet sitesinden istediğim koşullara uygun hostelleri buluyorum, oralar hakkında yazılmış yazıları okuyorum, insanlar gerçekten memnun kalmış mı diye. Önceliklerime göre karşılaştırma yapıyorum ve ona göre seçim yapıyorum. Bazen de pek bir seçeneğim olmuyor, eğer hayatımda adını bile duymadığım bir köye gitmeyi seçmişsem karşıma çıkan ne ise kabul etmek zorunda kalıyorum...

Böyle bir seyahati herkese tavsiye edebilir miyim.. Açıkçası edemem. Ben tekrar hostellerde kalarak seyahat etmeye devam eder miyim? Kesinlikle evet. Ama tüm seyahatlerimi hostellerde kalacakmışım gibi planlamam. Aslında hostellerde kalmak backpacking yapmak bir seyahat şekli ve seçim, ve kesinlikle denemeye değer...