13 Haziran 2014 Cuma

Edirne ve Hıdrellez...



Bu seferki seyahat fikri Mine'den. “Hıdrellez için Edirne’ye gidelim mi ?” dedi. Ne şahane fikir, tabii ki gidelim. Bir de Tekirdağ'da bir dokumacı köyü varmış, oluuur ona da bayılırım. Ne de olsa bu seneki ana seyahat projem Türkiye’yi daha fazla tanıyabilmek.

Edirne yolu inanılmaz.. Gördüğümüz manzaraların güzelliğini anlatmak zor. Sanki Toskana’dayız. Yol inanılmaz geniş, belli bir noktadan sonra yolda çok az araba var.. Edirne yolu bugüne kadar yaptığım yol yolculuklarının içinde en keyfililerden biri denebilir.





Edirne"de ilk durağımız Karaağaç. Meriç nehri kıyısında ve yemyeşil . İnanılmaz sakin. Tarihi köprüler de cabası. Beni oraya bırak elime de bir kitap ver birkaç gün sonra görüşürüz misali... Nehir kıyısında birbiri ardına sıralanmış kır gazinoları var. Biraz turistik. Kahvaltı için daha özel yerler varmış, biz onları keşfedemedik ama kahvaltı ettiğimiz yerin manzarası bile yeterdi.




Sonrasında araba ile rastgele etrafta dolaşalım dedik ve kendimizi Güzel Sanatlar Fakültesi'nin ve Lozan anıtının önünde bulduk.






Karaağaç Tren İstasyonu olarak yapılan bina bugün Trakya Üniversitesi rektörlüğüne ve Güzel Sanatlar Fakültesine ev sahipliği yapmaktaymış.

Hikayesi de ilginç...

Karaağaç İstasyonu   2. Abdülhamit devrinde Edirne Tren Garı olarak inşa edilmiş. Yapılırken İstanbul'daki Sirkeci Garı örnek olarak yapılmış. İnşaatı 1914 yılında genel olarak bitirilmiş ancak o yıl başlayan 1. Dünya Savaşı nedeniyle demiryolu güzergâhı değiştiği için hizmete girememiş. Savaş sonunda Osmanlı Devleti sınırları dışında kalmış.
1923 tarihinde imzalanan Lozan Anlaşması''nda Karaağaç, Bosnaköy ile birlikte Yunanistan'ın Batı Anadolu'da yaptığı tahribata karşılık, savaş tazminatı olarak Türkiye'ye verilmiş. Böylece yeniden Türk sınırlarına giren Karaağaç İstasyonu, 1930’da işletmeye açılmış.
Ancaaak... Rumeli demiryollarının büyük bölümü ülke sınırlarının dışında kaldığından trenler İstanbul’dan Edirne’ye ulaşmak için Yunanistan’a girmek zorunda kalıyormuş. 1971’de tamamlanan Pehlivanköy-Edirne arasındaki yeni demiryolu hattının açılmasına kadar da bu böyle sürmüş. Bugün oranın eskiden bir tren istasyonu olduğunu hatırlatmak için sadece eski bir kara tren ve neredeyse çimenlerin arasında yok olmuş raylar kalmış. 







Bayıldım:  Günün en keyifli anlarından biri. Muhtemelen güzel sanatlar fakültesinin öğrencilerinden biri olduğunu varsaydığım gencecik bir çocuk takmış kulağına müziği kara trenin tepesinde dans ediyordu. Zıplayarak hoplayarak.  Düşerim derdi olmadan.. Nasıl güzel figürlerde... Tabii ki sonrasında ‘yassah hemşerim’ diyen görevli gelince inmek zorunda kaldı. Ama bize farkında olmadan inanılmaz dakikalar yaşattı.






Edirne inanılmaz sempatik bir şehir. Bugüne kadar nasıl oldu da gitmemişim. Çok yeşil çok temiz çok tarihi...İnsanları çok sempatik, çok misafirperver, ciğeri de şahane. Daha ne olsun....

Otelimizi bir arkadaşımızın sayesinde bulduk. Adı Taşodalar... Selimiye caminin hemen arkasında. Eskiden o bölgede yapılan sarayın bir parçasıymış. Fatih Sultan Mehmet’in doğumu burada gerçekleşmiş. Yeri inanılmaz merkezi. Odaların hepsine sultanların isimlerini vermişler.

Ötelimize yerleştik sıra Edirne’yi gezmeye geldi. Ancak itiraf zamanı.. Biz herkesin günübirlik bile gelip gittiği Edirne’nin iki günde üçte birini gezmeye yetişemedik. Girdiğimiz her kapıda sohbete dalıp saatlerimizi oralarda geçirirsek başka türlüsü beklenemez tabii.

Önce yemek zamanı. Oraya kadar gelip ciğerin tadına bakmamak olmaz. Ciğer nefis. Ancak küçük bir uyarı porsiyonları inanılmaz büyük. Ona göre sipariş vermenizde fayda var.

Akşam saat 6'da Hıdrellez şenlikleri başlayacaktı, ona gidelim dedik. Bu arada Karaağaç’tan dönerken gelincik fotoğrafları çekelim diye durduğumuzda bir çingene çiftle sohbet etmiştik. Onlar da bizi akşam yapacakları kendi eğlencelerine davet etmişlerdi.




Gitmek ya da gitmemek işte bütün mesele. Daha önceden oralara çok gelip giden ve çingene mahallelerinin fotoğrafını çeken bir arkadaşımız kulağımızı bükmüştü bir kere. Aman çingene mahallelerine yanınızda mahalleyi, mahalleliyi tanıyan birileri olmadan girmeyin diye. Bizi davet edenlerde çok sempatikti, bir an bilemedik. Kararımız ya herro ya merro deyip gitmekten yana oldu. Fakat inanılmaz bir yağmur bastırınca onların etkinlikleri iptal olmuş, biz de genel etkinliğe katıldık.



 


Genel eğlence için ne desem... Bir panayır ortamı, konser sahnesi, seyyar satıcılar, yiyecek stantları ve inanılmaz bir kalabalık... Son derece renkli. Fazla bir çingene yok ortalıkta, 10.000 turist varsa sadece 100 bilemedin 200 çingene var . Onlar da fotoğrafımı çektin para ver modundalar. Hayatımda bu kadar çok fotoğraf makinesini bir arada gördüğümü hatırlamıyorum. Ortada kocaman bir ateş yakmışlar. Ateş biraz küllendikten sonra gençler üzerinden atladılar.




Arada çingene kızlar dans ettiler, şarkılar söylediler. Ortalık tam bir panayır hali. Seyyar satıcılar, her nevi yiyecek...







Şarkılardan aklımda ve tabii ki dilimde kalan..

Çatlatalım... Çat çat çat...
Patlatalım.... Pat pat pat... 
Zıplatalım... Zıp zıp zıp...

Orada birkaç saat kaldık, fotoğraf çektik. Sonrasında biraz Edirne’nin içini dolaştık. Mahalli yemekler yapan bir yerde yemek yedik.

Şenliğin ikinci kısmı sabah 5’teydi. Suda yıkanma bölümü.. Ben o kadar yorgundum ki, kalkıp gitmem imkansız..Biraz da duygu olarak o saate kim ne yapsın orada pek kimse olmaz havasındaydım.
Mine kalktı ve gitti. O saatte cıvıl cıvılmış. Ve hatta yerli halk adına bir önceki akşamdan çok daha fazla kalabalıkmış. Belediye başkanı bile oradaymış. Çingeneler uzun uzun dans etmişler, şarkılar söylemişler.
Ancak uyumayı seçtim dediysem Mine’nin beni rahat bıraktığını zannetmeyin. Sabahın 6’sında bir telefon. Mine arıyor. Bir gün evvel tanıştığımız çingene aile aramış su kenarına gidiyoruz isterseniz gelin diye. Biz de gittik.







Bizi davet eden çingene ailesinin yeri nehir kenarındaymış. Orada bir olay yokmuş. Asıl girmeyin dedikleri bölüme polis bile giremiyormuş. Tabii biz bunu biraz şansımıza biraz da deneme ve yanılma yöntemiyle öğrendik, ama olsun, kazasız belasız gayet keyifli zaman geçirdik...

Bizi davul zurnalarla karşıladılar. Anladığım kadarı ile çingene mahallelerinde davulcudan bol bir şey yok. Her ailenin mutlaka bir ya da iki tane davulcusu oluyor. Onlar yürüyerek biz mecburen peşlerinden araba ile Meriç nehrinin kenarına gittik Orada onların ritüelleri olan suda yıkanma faslını hallettik. ( Eskiden onlar da herhalde bütün olarak suya girerlermiş. Ancak bizim olduğumuz yerde el yüz yıkama ile yetindiler. )
Sonrasında bizi evlerine davet ettiler. Bütün aile aynı mahallede oturuyorlar. Herkes herkesle akraba, zaten kendi akrabalarına aşık olarak evleniyorlar. Bizim tanıştığımız çift 14 yaşında evlenmiş mesela.
Biz oraya gittiğimizde bardak tabak çanak hepsi ayrı evlerden toplanarak bize çay ikram ettiler. Bizim için poğaça satın aldılar. Onlarla sohbet ettik. Birazcık yaşamlarını ve kültürlerini tanıma imkanımız oldu.








Hıdırellez Çingenelerin festivali olarak bilinse de aslında Çingenelerin bayramı Kakava. Ancak ikisi de aynı tarihe rast geldiğinden ve ikisi de baharın gelişini kutladığından zaman içinde çakışmış ve Çingenelerin bayramı Hıdırellez olarak bilinir olmuş.

Oraya kadar gidip de Hıdrellez’in anlamını ve kaynağını öğrenmeden dönmek olmaz tabii...Hıdrellez’in ve Kakava’nın kutlandığı tarih 5-6 Mayıs...

Hıdırellez günü, Hızır ve İlyas’ın yeryüzünde buluştukları gün olduğu sayılarak kutlanmakta. 6 Mayıs’tan başlayıp 4 Kasım’a kadar olan süre Hızır Günleri adıyla yaz mevsimini, 8 Kasım’dan 5 Mayıs’a kadar olan süre ise Kasım Günleri adıyla kış mevsimini oluşturmakta. Bu yüzden 5 Mayıs günü gecesi kış mevsiminin bitip sıcak yaz günlerinin başladığı anlamına gelmekte...Bir inanışa göre Hıdırellez Mezopotamya ile Anadolu kültürlerine ait, ; başka bir inanışa göre ise İslamiyet öncesi Orta Asya Türk kültür ve inançlarına ait. 

Kakava, Çingene (Roman) kültüründeki bir kutlamadır. Özellikle Anadolu'da bu kutlamalar devam etmekte. Çingene inanışlarına göre Kakava, Mısır ve Ön Asya kökenli bir inanç olarak kabul edilir. Eski Mısır'da Firavun'un Koptlar (Kıptiler) ile birlikte yaşayan bir halkın varlığından bahsedilir ki, bunlar Çingenelerdir. Firavun onlara zulmeder. Kaçmaya çalışan bu halkın peşine düşen Firavun'un askerleri sularda boğulup ölürler. Geride kalanlar ise kutlu bir kişinin tekrar gelip kendilerini kurtaracağına inanırlar. O gün 6 Mayıstır. O sabah Çingeneler akarsulara inerler ve çılgınca eğlenirler.

Biz şanslıydık ki ateş üstünden atlama, su kenarlarında piknik yapma, müzik, dans yapılan bütün eğlencelere dahil olduk. Bir de 5 Mayıs akşamı kızların ve gelin ve damat kılıklarına girme adetleri var. Bu adetin nereden geldiğini sorduğumda hiç kimse cevap veremedi, nedenler unutulmuş, sadece eğlencesine yapar olmuşlar.

Veee.. Kültür zamanı. Edirne’ye kadar gelip henüz tek bir tarihi yer bile gezmemiş olarak kendimizi sokaklara atma zamanımız geldi. Küçücük bir alanda görülecek o kadar çok şey var ki...
Öncelikle camiler... Edirne’deki meşhur üç cami için şöyle bir deyiş var... Yapısı, kapısı, yazısı..
Selimiye’nin yapısı, Üç Şerefeli Cami’nin kapısı, Eski Cami’nin yazısı...

Selimiye Cami.
Ben gittiğim yerlerde cami, sinagog, ya da kilise, o bölgenin eskiden kalmış dini yerlerini gezip görmeyi severim. Bugüne kadar a Süleymaniye ve Sultan Ahmet cami olmak üzere bir dolu cami gezdim Ancak bana Selimiye’nin verdiği duyguyu veren başka bir camiye rastlamadım. Bunun dinle de ya da biçimiyle alakası yok. Adını koyamadığım bir başkalık, bir dinginlik vardı orada.
Ayrıca görüntüsü hem dışarıdan hem de içeriden inanılmaz etkileyiciydi. İnsanın gezerken her bir detaya bakmak isteyeceği, bakarken saatler geçirebileceği mekanlardan biri Selimiye...






Selimiye Cami Edirne'de bulunan, Osmanlı padişahı II. Selim'in Mimar Sinan'a yaptırdığı camidir. Sinan'ın 90 yaşında yaptığı ve "ustalık eserim" dediği Selimiye Camii gerek Mimar Sinan'ın gerek Osmanlı mimarisinin en önemli yapıtlarından biridir. Cami ancak II. Selim'in ölümünün ardından  1575'te ibadete açılabilmiştir.

Selimiye Cami’nin içindeki ters lale motifi çok ünlü. Ancak içine girdiğinizde onu bulabilmek için biraz çaba sarf etmeniz gerekiyor.

 



 

Hikâyesine gelince: Rivayete göre, caminin yapılacağı arsa üzerinde bir lale bahçesi bulunmaktaymış. Bu arsanın sahibi, başlarda arsasının satılmasını istememiş. En sonunda, Mimar Sinan'dan camide bir lale motifi olmasını isteyerek arsasını satmış. Mimar Sinan da lale motifini ters olarak yapmış. Lale motifi bu arsada bir lale bahçesi olduğunu, ters olması ise sahibinin tersliğini temsil etmekteymiş.


Eski cami
Eski caminin yazısı dediklerinde anladığım ya da hayal ettiğim şeyle karşılaştığım görüntü birbirinden çok farklıydı. Hem girişte hem de caminin içinde yer alan tüm duvarları ve sütunları kaplayan kocaman yazılar.
İnanılmaz etkileyici. Ağzım açık kaldı desem yeridir. Biz caminin dışındaki yazılardan o kadar etkilendik ki sadece bu kadardır herhalde dedik. Meğer caminin içinde çok daha fazlası varmış. Tam bir görsel şölen.






 Eski Cami, Edirne'de zamanımıza ulaşmış ilk orijinal abidevi yapı olarak da bilinir. 1414'te tamamlandı. Caminin beyaza boyanmış duvarları ve payeleri üzerinde 18. ve 20. yüzyıllarda yazılmış çeşitli yazılar vardır. Bunların bazıları I. Mahmud zamanında, bazısı da 1863 yılındaki onarımda ilave edilmiştir. Sonraki dönemlerde de zamanın ünlü hattatları yazılarını buraya vermiş veya yerine yazmışlardır. Minberin sağındaki altın yaldızlı besmele de II. Abdülhamid'in imzası görülmektedir.





Üç Şerefeli Cami:
İtiraf ediyorum biz ancak uzaktan görmekle yetinebildik. Ancak o kadar meşhur ve o kadar görülesi ki burada yazmadan edemedim. Bu cami özellikle kapısıyla biliniyor.

Üç Şerefeli Cami Edirne'deki Osmanlı döneminden kalma camidir.  Osmanlı Mimarisinde yeni bir çığır açan bu cami bazı özellikleriyle, ilklerin de sahibi durumundadır. Dört minare dört ayrı özellik ve eşi bulunmayan bir kapısı var. Dört minaresinin biri üç, biri iki, ikisi birer şerefeli olup; baklavalı, şişhaneli, çubuklu ve burmalı motif üsluplarıyla bezenmiştir. Camiye adını veren üç şerefeli minare, Selimiye yapılana kadar minarelerin en büyüğü kabul edilirdi. Üç Şerefeli'nin bir başka özelliği; camisiyle birlikte kesme taş kullanılarak yapılan ilk minare oluşudur. Üç Şerefeli Caminin kapısı özgün durumuyla neredeyse cami kadar ün yapmıştır.

Çarşılar
Edirne’nin görülmesi gereken bir başka özelliği de çarşıları. Camiler ve çarşılar o kadar iç içe girmiş durumdaki birinin kapısından çıkıp kendinizi diğerinin içerisinde buluyorsunuz. Osmanlı İmparatorluğu'nun 19. yüzyıla kadar olan döneminde Edirne, çarşı ve hanlar bakımından en zengin ve gelişmiş illerden biri olmuş.

Ali paşa Çarşısı(Kapalı Çarşı) , Bedesten Çarşısı, Arasta Çarşısı , Dar-ül Eytam (Yetimler - Yeni) Çarşısı bu çarşıların arasında mutlaka görülmesi gerekenler. Biz hepsine girdik çıktık.

Sarayiçi

Bizim için Sarayiçi Hıdrellez eğlencesinin yapıldığı yer demek. Kırkpınar yağlı güreşleri de burada yer almakta.

Sarayiçi 1365 yılında şimdiki Muradiye Küçükpazar ile Kırlangıç Bayırı arasında bulunduğu söylenen ve adına Kavak Meydanı denilen alanda yaptırılmıştı. Burası Edirne’de yapılan ikinci sayrın yapılığı bölge ve gayet geniş bir alana dağılmış durumda. Bu saray başşehrin İstanbul'a taşınmasından sonra da başta Fatih olmak üzere padişahların ilgi alanında kalmayı sürdürmüş, padişahların çoğu burada ikamet etmişler. 1870'li yıllarda sarayın mahzenleri cephane depolamada kullanılmaya başlanmış; 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) sırasında, Rusların Edirne'ye yaklaşması üzerine, Vali Cemil Paşa ve Müşir Ahmet Eyüp Paşa'nın emirleriyle ateşe verilmiş ve saray havaya uçurulmuştur.

Edirne Köprüleri

Edirne’de o kadar çok tarih var ki, hepsini birden görmek neredeyse imkansız. Değil görmek insan yazmaya bile yetişemiyor. Edirne’nin bir diğer özelliği de köprüleri. Sayısız romana hikayeye konu olmuş bu köprüler.
 Meriç, Arda ve Tunca gibi akarsuların üzerinde yapılmış köprüler, Gazimihal Köprüsü, Beyazid Köprüsü , Fatih (Bönce) Köprüsü , Saraçhane (Şahabettin Paşa-Sultan Mustafa)Köprüsü, Saray Köprüsü (Kanuni Köprüsü) , Tunca Köprüsü , Yalnız Göz Köprüsü, Ergene Köprüsü , Yeniimaret Köprüsü , Yıldırım Köprüsü....Gün içinde bir yerden bir yere giderken doğal olarak köprülerin üzerinden geçiyorsunuz. O kadar çok ve o kadar güzel ki, insan ne tarafa bakacağını şaşırıyor.






II. Bayezıd Külliyesi Sağlık Müzesi
Buranın özelliği: Külliyenin içinde 1488'den beri yer alan darüşşifa.  1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'na kadar aralıksız 400 yıl boyunca önceleri her türlü hastaya; sonraları sadece ruh ve akıl hastalarına hizmet vermiş. Geçmişte bu mekanda hastaları müzik, su sesi ve güzel kokularla tedavi ederlermiş.

Edirne’nin el sanatları
Ben buraya kadar gelmişken sinagoguda göreyim bari diye tutturduğumdan kendimizi yolumuzun pek de düşmeyeceği merkezin biraz dışında bir caddede bulduk. Bölgenin adı Kaleiçi...Burası eski konakların bir kısmının hala zamana karşı dayandığı, bir kısmının renove edildiği çok güzel bir cadde çıktı.






Hoşumuza giden bir binanın önünde fotoğraf çektirirken oradan çıkan bir bey bize laf attı, biz cevap verdik derken kendimiz binanın içinde bulduk. İkiz Evler Kültür Sanat Merkezi.




Burası 2003 yılında Edirne’nin el sanatlarını yaşatmak için kurulmuş. Bir içeri girdik, 3 saatte çıkamadık. Farklı odalarda farklı eğitimler veriyorlar. Her atölyeyi gezdik, nasıl yapıldıklarını öğrendik, hikayelerini dinledik. İçeride sabun atölyesi (Edirne’nin sabunları çok meşhur özellikle de meyve şeklinde olanları ) , ebru atölyesi, Edirnekari, tahta boyama gibi farklı atölyeler var. Oradan ellerimiz kollarımız dolu dünyayı satın almış olarak çıktık. Size tavsiyem Edirne’ye gitmeseniz bile yaptıkları el sanatlarından haberdar olmanız. Hediye almayı sevenler, yurt dışında müşterim var farklı ne götürsem diyenler için bir hazine. Üzeri Osmanlı desenleriyle süslü şahane tahta şarap kutuları yapmışlar ya da farklı amaçlar için kullanılabileceğiniz kutular. İsteseniz de arasanız da kolay kolay bulamayacağınız ürünlerden bahsediyorum.










Orada bir dolu hikaye dinledik, bu sayede Edirne’deki yaşamı, eski adetleri ve bu adetlerin günümüze nasıl yansıdığını öğrenebildik. Mesela aynalı süpürge..
 
 Edirne’de gelinlere çeyiz olarak aynalı süpürge verilirmiş. Zamanında çok süslü bir gelin varmış, sürekli aynaya bakar hiç evle ilgilenmezmiş. Bu duruma çok bozulan kaynanası evdeki süpürgeye ayna takmış. “ Gelin gelin sürekli aynada kendine bakacağına süpürgedeki aynaya bak da ev e halde onu gör.” Ama gelin uyanık, süpürgedeki aynayı kullanarak kaynananın gelip gidişini kontrol edermiş ne zamanki aynadan kaynananın geldiğini görürmüş, hemen iş yapmaya başlarmış.

Bugün bu süpürgenin çeyize konulma amacı temizlik, bereket, derlemek, toparlamak, kötülüklerden arındırmak, ayna ile parlak bir gelecek sağlamak.  
 



Ve dönüş vakti. Elimiz kolumuz dolu kendimiz arabaya attık....
Edirne insanın tekrar tekrar gideceği, gitmekten görmekten hiç bıkmayacağı, aynı yere tekrar tekrar gitse yeni bir şeyler keşfedeceği şehirlerden... En yakın zamanda bir daha yolumun düşeceği kesin.