10 Eylül 2013 Salı

Caanım Yunan Adaları - Chios ve Samos...



Oldum olası Yunan adalarına gitmeyi sevmişimdir... İlk gidişim yaklaşık 23 yıl önceydi... Sonrasında değişik adalara ara ara seyahatlerim oldu. Adaları gezebilmenin birkaç tane yolu var. Bir tanesi tekne ile gezmek. İkincisi Türkiye’den Bodrum, Marmaris, Çeşme, Kuşadası veya Ayvalık’tan feribot ile karşı adalara geçmek ve oradan da lokal feribotlarla diğer adaları ziyaret etmek. Bir diğeri ise Atina’ya uçup oradan feribotla adalara gitmek. ( Yaz dönemlerinde Mykonos’a direkt uçuşlarda oluyor. )

Biz ikinci seçeneği seçtik. İstikamet Sakız ve Samos. Plan Çeşme’den Sakız’a geçmek, orada birkaç gün kaldıktan sonra feribotla Samos ve dönüş Samos - Kuşadası.

Yunan adaları arasında değişik gemi şirketleri feribot seferleri yapıyor. Her adanın birbiri ile bağlantısı yok, bağlantısı olanlarında aralarında her gün sefer olmayabiliyor. Seçtiğiniz bir adaya gidebilmek için önce bağlantı noktası adaya gitmeniz gerekebiliyor. ( Mesela Patmos ve Leros’a gitmek için önce Kos’a gitmek gerek.  Bir de önceden feribot biletlerinizi internetten satın almanızda fayda var.)

Adaların çoğu araba kiralamayı gerektirecek büyüklükte. Eğer ben gittiğim yerde bir otele giderim, oradan da fazla çıkmaya niyetim yok diyenlerdenseniz o zaman belki araba kiralamanız gerekmez. Ama benim gibi gitmişken ne var ne yok göreyim, köyleri ziyaret edeyim, arkalarda kalmış bakir plajlara gideyim diyorsanız, yani içinizde keşif ruhu varsa araba şart. Arabayı da önceden kiralamakta fayda var. Yaz ayları adalar çok dolu olduğundan araba bulmakta zorlanabilirsiniz. ( Hele bir de bayram dönemiyse neredeyse imkansız. )

Çeşme sakız arası feribot günde birkaç kez var. Eğer günü birlik gitmeye kalkarsanız, hem sizin için günlük vize alıyorlar hem de gidiş dönüş feribot tutarı 20 Euro. Bu yüzden Sakız adasına Çeşme’den inanılmaz bir Türk akını var. Sakız adasının ekonomisini tamamen Türkler ayakta tutuyor demek yanlış olmaz. Adım başı Türkçe konuşmalara rast geldiğimizden Acaba Sakız’da değil de Çeşme’de miyiz, Yunanlılar mı turist yanılsamasına kapıldık.

Bu arada nedense benim Yunan adası seyahatlerim bir şekilde ille de bayrama rastlamak zorunda. İki senedir bir Türk güruh ve ben dolaşır dururuz. Acaba yanımda binlerce Türk olmadan seyahat mi edemiyorum kendimi evimde hissetmek için etrafımda ille de Türkçe konuşulması gerekiyor..



Sakız'da yaklaşık 5 gün kaldık. İnternetten Karfaz koyunda bir otel ayarladım denize yakin fiyatı makul . Otel gayet düzgün çıktı denize 200 mt. Karfaz koyu meğer Sakız adasının en meşhur koylarından biriymiş üstüne üstlük şehre de sadece 4–5 km. uzaklıkta. Denizi kumsal, pırıl pırıl. Yunan adalarında sahiller devlete ait. Eğer şezlong kiralamak isterseniz makul bir ücret karşılığında kiralayabilirsiniz. Genelde Yunanlılar kendi şezlonglarıyla geliyorlar plajlara.


Otele girer girmez resepsiyonda duran otel sahibi Argiro ile arkadaş oldum. Biraz deli deliyi nerede tanır misali hemen kanımız kaynadı. Bu sayede adanın etrafında görmek aklıma gelmeyecek koyları ve köyleri de gezebilir olduk.

Adayı gezmeye gelince: İlk gün istikamet Kambos. Upuzun tas duvarları şahane bahçeleriyle koruma altına alınmış turistik olmayan, ada halkının yasamayı seçtiği bir yer Kambos. Evler yüzyıllar öncesinden kalmış gibi, taş duvarların arkasında kocaman bahçeler. Neredeyse tüm sokaklara girdik çıktık...

Ertesi gün istikamet adanın güneyinde Sakız köylerini ziyaret etmek. İlk köy Armolia. Küçük bir seramik köyü. Ben dayanamayıp dönüşte elimde taşıdığım için küfredeceğimi bile bile seramikleri aldım. Tam bu köyde görülecek  çok bir şey yok derken bir arka sokağa girdik ki lebi derya.. Kale kalıntılarını evlere çevirmişler. Daracık sokaklar. Güzelliklerini anlatamam. Bir de tabi rengarenk. Yunanlıların renk anlayışına bayılıyorum. En çirkin bina bile alakasız bir renkle şahane bir şeye dönüyor. Türkuazlar pembeler turuncular. Ahşap, beton, her biri başka renge boyanmış. Ve tabii ille de çiçek. Benim gibi çöp olsun renkli olsun diyen biri için göz ziyafeti.



Bu arada adanın bir diğer özelliği de her tarafında evlerin duvarlarında, balkonlarınd kurutulmak üzere asılmış domates salkımları. Bu kadar basit bir şey bir ortamı bu kadar mı değiştirebilir, enfes...







Devamında niyetimiz Olympi, Mesta ve Pyrgi’yi görmekti ancak bir hata yapıp ilk gün cahilliği sıcağı düşünmeden öğle saatinde gezmeye soyunduk. O yüzden gezmeye ara verip nefes alabilmek için önce Mesta Port’a a sonra da Komi’ye attık kendimizi. Mesta Port yapılmaya başlanmış ve terk edilmiş bir liman pek bir şey yok. Komi ise adanın en popüler plajlarından. Şahane kafeler, güzel müzik ve nefis bir deniz. Ancak tıklım tıklım, ben kalabalığa gelemem biraz daha sakin bir ortamda denize girmek isterim derseniz orası pek de sizin yeriniz değil.




Adanın güneyindeki köylerin hepsine birden Mastichoria deniyor, Sakız köyleri. 7 tane köy var, Mesta, Pyrgi, Olympi, Kalamoti, Vessa, Lithi ve Elata. Bu köyler Roma döneminden beri bölgenin sakız ihtiyacını karşılamış. 14. ve 16. yüzyılların arasında inşa edilmiş köyler korsanlara karşı korunmak için kale duvarlarının arasında birbirlerine bağlı daracık sokaklar olarak inşa edilmiş.  Biz bu köylerin en popüler olanları Olympi Mesta ve Pyrgi’yi gezdik. Olympi’de çok meşhur bir mağara var, biz çok sıcak bir saate rastladığımızdan gezemedik ancak giden olursa mağaranın aşağısı küçücük bir plaja iniyormuş ve çok güzelmiş. Mesta tam bir Ortaçağ köyü çiçekler içinde. Pyrgi’ye gelince. Pyrgi’de bütün evler Xysta denen siyah ve beyaz geometrik şekillerle kaplanmış durumda. Tam bir görsel şölen.






Adadaki üçüncü günümüzde istikamet Avgonyma, Anavatos ve tabii ki dağın öteki tarafında kalan plajlar. Avgonyma küçücük bir ortaçağ köyü, Oraya varmak için arabayla epey bir tırmanmanız gerekmekte. Şahane bir manzarası var. Anavatos ise adanın en eski köyü, biraz hayalet şehir şeklinde, ama benim gibi keşfetmeye meraklıysanız kesinlikle görmeye değer. Avgonyma’dan dağ yolundan adanın batı tarafındaki plajlara inebiliyorsunuz. Benim adadaki en favori plajım ‘Elinda’ beach oldu. Arabayla patika bir yoldan deniz kenarına iniyorsunuz. Suyu nefis. Sanki tekneden denize girmişsiniz hissiyatı veriyor. O suda saatlerce kalabilirdim.





Elinda ile Lithi  arasında küçük bir dolu plaj var. Denizleri şahane. Ancak bir kısmına araba ile inmek zor, arabayı tepede bırakıp, yürüyerek aşağı inmek daha mantıklı. Lithi ise popüler bir köy ama ben bayılmadım. Denizi çok sığ, tavernaları ise bana göre eh..


Adadaki popüler diğer bir köy Emporio. Pyrgi'ye yakın. Bir akşam orada azizlerden birini anmak adına bir eğlence düzenlendiğini öğrendik. Mesafede uzak. Gittik in cin top oynuyor. Ancak inanılmaz çok masa ve iskemle hazırlanmış, hayatımda bu kadar çok plastik iskemleyi bir arada görmemiştim. Biz saat 11.30 itibariyle pes ettik ve geri döndük ancak anladık ki Yunnalılar eğlenceye geç saatlerde başlıyor. Emporio'da  Mavra Volia diye siyah taşlardan oluşan bir plaj var. Özellikle de lokaller arasında çok meşhur, adaya gelip de oraya gelmeyeni dövüyorlar misali. Dibine kadar gittik o kadar kalabalıktı ki, bu mu deyip geri döndük.


Adadaki diğer günlerden bir tanesinde adanın kuzeyinde Volissos adlı köye gittik. Küçük ve hoş bir köy ancak mesafe çok uzak. Yani ille de şart değil. ( Burada mesafeler sadece 40- 50 km. bile olsa dağ yollarında ve 40 derece sıcaklıkta yol sonsuza kadar sürüyor sanki... ) Volissos’un yakınlarında Aghia Markella diye bir beach var. Adını o bölgede yaşamış olan bir azizeden almış. Küçücük bir koy ve küçük bir kilise... Denizi de güzeldi...


Başka bir akşam adaya gelen herkesin yolunun düştüğü ille de gidin denilen Lagada’ya yemeğe gittik. Tipik bizim Gümüşlük. Herkes ve her şey iç içe. Adanın o bölgesini gündüz gezip, o bölgedeki plajlara gitmek ve Lagada’da da yemek yemek hoş, ancak gece gitmek için mesafe uzak ve yol çok karanlık. Yemekler çok güzeldi, ama aynı yemeği daha sakin bir ortamda ve daha hoş bir ambiyansta yemek mümkün. 

Bu arada yemekler genel olarak enfes. Bizimle karşılaştırıldığında özellikle balık, karides vs. çok ucuz ve çok lezzetli. Eğer Çeşme civarındaysanız sırf yemek yemeğe bile günü birlik gitmeye değer.

Adada kaldığımız son gece yolumuz Harley Davidson partisine düşüverdi. Aslında bizim o gün yola çıkmamız gerekiyordu ancak feribot arızalanmış ve yolculuğumuz ertesi güne kaldı. ( Eğer adalar arası seyahat edecekseniz ve biletinizi önceden aldıysanız o bölgedeki bir seyahat acentesine uğrayıp, biletinizi almakta ve feribot saatlerinde ya da zamanında bir değişiklik olup olmadığını kontrol etmekte fayda var. Feribot iptallerinde ya da saat değişikliklerinde haber vermediklerinden elinizde valizlerle feribot iskelesinde kalakalmanız mümkün. )

Harley Davidson partisine gelince... Otelimizin sahibi Harley Davidson klubü üyesi.. Ve adadaki toplantı için gelenlerin çoğu bizim otelde kaldı. Görseniz kapkara giyinmiş koca koca adamlar, Acayip sert görünüşleri var ama tam bir ‘softy’ halindeler. Biz partiye biraz geç gittik. Deriler giymiş cıbıldak kızların köpükler ile yeni gruba dahil edilen birini yıkamasını kaçırmışız. Ama devamında üzerinde siyah don ve deri yelek giyen elemanın kabul törenini seyretme imkanımız oldu. Kendimi Amerika'da strip clubda gibi hissettim acayip komikti. Bu arada herkesin simsiyah giyindiği ve sert takıldığı bir ortama turuncu cici kız elbisesiyle katılmam da görülmeye değerdi. Sanki oraya başka bir gezegenden düşmüş gibiydim. Parti çok eğlenceliydi, canlı rock  grupları sahne aldılar ben bol bol kafa sallayarak dans ettim. Ne zamanki sahnedeki gruplardan şarkı niyetine adam gırtlaklama sesleri gelmeye başladı. Gitme zamanımızın geldiğini anladım...



Veee Samos...