3 Nisan 2016 Pazar

KIŞIN MİDİLLİ


Capetown'da yaşayan arkadaşlarım Midilli- Molyvos'a yerleşmeye karar verdiler. Hip hip hurray.
Şimdi aklıma estiğinde geliyorum diyebileceğim bir mesafedeler hem de bir Yunan adasında daha ne olsun.

Otobüse atlayıp Ayvalık' a geldim oradan da feribotla Midilli'ye geçtim. Dönüş planımda benzer bir plandı ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Çıkan fırtına ile beraber feribot seferi iptal oldu. Mecburen uçakla Atina üstü İstanbul. Bu arada küçük bir ipucu. Ben şu ana kadar hiç Aegean airlines ile uçmamıştım. Valiz için ayrı ücret alıyorlar sadece uçağa bindirebileceğin el bagajına izin var. Bilet çok ucuz ama valiz tutarı bilet fiyatının yarısı...





 











 Arkadaşım beni feribot iskelesinden aldı. Molyvos'a geldik. Ev dediğim yaz evi - yan yana iki oda – ama bence Molyvos'un en güzel manzarasına sahip.




 












 Bu arada bu Midilli'ye ikinci gelişim.  Daha önce neredeyse Molyvos sınırlarının dışına çok çıkmamıştım bu sefer gezdiğimde anladım ki kalınacak yer kesinlikle Molyvos. Bilmeden doğru karar vermişim yani. Çok turistik ama turistik değil. Kaleden aşağıya denize doğru inen taş  evlerin manzarası da, görüntüsü de enfes. Daracık taş sokakları sarmaşıklarla kaplı. Nefis yemek yiyebileceğiniz tavernaları, küçücük bir limanı var. (Ben zaten yemekleri hayal ederek gelmiştim .)





 






























Molyvos tarihte yazılı olarak ilk bilinen gitar sanatçısının doğum yeriymiş. O yüzden de dünyanın her tarafından sanatçıları ve entelektüelleri kendine çekiyormuş.
(Ben oldum olası adalarda turistik bölgelerden çok biraz daha karakteri olan dağ köylerini çok sevmişimdir. Evler yaşamın akışı her şey çok farklıdır oralarda. Yazın gittiğimde doğal olarak deniz kenarındaki yerlerde kalırım ama ne yapıp ne edip merkezin dışındaki köyleri gezmenin bir yolunu bulurum. Araba kiralarım, otobüse binerim, çoğu zaman denize gireceğim günü yerim ama oraya giderim.)

 




















 İlk gün Molyvos’ ta geçti. Arkadaşımın arkadaşları ile buluşup çene yaptık. Ben buraya gelirken herkes deli misin oraya gidilir mi her yer mülteci kaynıyor demişlerdi. Aslında bir manada da haklıydılar. Geçen sene günde 10.000 kişiyi bulan mülteci akını olmuş oralara. İnanır mısınız bir tane bile görmedim. Sadece kıyıya çekilmiş bir kaç tane batık gemi ya da zodiac atığı gördüm o kadar.   
Arkadaşlarımın Talking Table diye bir projesi var. Bu projenin fikir anası da sayılabilirim. Fikir ben Capetown'da onların evinde kalırken masa başı sohbetlerimizde benden çıktı. Arkadaşlarımın ikisi de şahane yemek yapıyor. Bir tanesi zaten Güney Afrika'nın en önemli kitap editörlerinden. Amaç uzun sofralar kuralım güzel yemekler yiyelim ve güzel sohbetler yapalım, yaptığımız sohbetlerle zenginleşelim. Yani asıl amaç sohbet. Bunu da güzel bir ortamda bahçede portakal ağaçlarının altına kurulu masada yapalım. Süper fikir. Katılmak için can atıyorum. Bu arada bunun için buldukları evi gördüm. 2 katlı şahane bir ev art deko. Dolapların içi bile özel. Gündüz denize girip akşam böyle bir sofrada sohbetin içinde kendini kaybetmek, daha ne olsun,
 















 Gelelim diğer yaptıklarıma. Öncelikle tarih seven için Midilli bir cennet. Mytilene Molyvos (Mithymnia) ve Sigri kalelerini gezebilir, bunun dışında tarihi amfiteatroyu görebilirsiniz. Liste uzun çünkü adanın her tarafında tarih var. Ayrıca ada uzun zaman Osmanlıların kontrolünde kaldığından adanın her tarafında Osmanlı izlerine, özellikle de çeşmelere rastlamak mümkün. Bir de adada bir dolu müze var- zeytinyağı müzesi, folklor müzesi, uzo müzesi, arkeoloji müzesi, modern sanat müzesi gibi...





 










 Midilli'nin batısında fosilleşmiş bir orman var. Burada 20 milyon yıl önce volkanlarla kaplanmış fosil ağaç kalıntılarını görmek mümkün. Bu gezi başlı başına birkaç saatlik ayrı bir gezi demek.  Sigri'de doğal tarih ve taşlaşmış orman müzesi var. Aslında çok ilginç ama yazın geliyorsanız denizden vaz geçip de burayı gezmek zor. Ama bu seyahatteki niyetim zaten Midilli'yi  kış hali ile görmekti, bayıldım. 






















 Belki restoranların hepsi açık değil ya da turistik dükkânlar kapalı ama bu sayede buranın yerlisiyle tanışma imkânınız oluyor. Hem de denize girmek derdi olmayınca vaktinizi adayı gezmeye, açık olan tavernalarda uzun sohbetlere ayırabiliyorsunuz.

 






























Köyleri : ( Şu ana kadar hepsini görmem mümkün olmadı zaten ada çok büyük ama her gittiğimde farklı köyleri gezmek gibi bir hayalim var.)
Skala Sykaminia: Her gittiğimde ille de gitmek istediğim yer. Küçücük bir balıkçı limanı, denizkızına adanmış ufak bir kilise ve şahane bir restoran var. 





 










 Petra; Molyvos'un komşusu. Genelde İngiliz turistler tarafından tercih ediliyor. Kadın kooperatifinin şahane yemek yapan bir restoranı var ancak sadece yazın açık. Kasabanın ortasında 40 melik bir kaya var üzerine Virgin Mary kilisesi inşa edilmiş. 1724’te yapılmış tepeye çıkmak için 114 basamak çıkmanız gerekiyor.
Monastery of Taxiarchis – Mantamados: Buradaki kabartma melek ikonası çok meşhur.


Agiassos: Olympos dağının eteklerinde – yaklaşık 475 mt ’de- kurulmuş parke taşlı daracık sokaklarıyla adanın artistik ve dini merkezi. Burada görülmesi gereken yer Church of Panagia Virgin Mary Agiassos.

Bu iki  yeri görmek için Yunanistan'ın her tarafından akın ediyorlarmış. Yani turizmi beslemekle kalmayıp, kendi içinde ayrı bir din turizmi yaratıyormuş.

Bunların dışında görülecek manastır ve kilise listesi uzun. Her gittiğiniz köyde karşınıza tarihi bir kilise çıkıyor. Midilli'nin Yunanistan'ın üçüncü büyük adası olduğunu unutmamak lazım. Ada volkanik kayalar, dağlar ve dağların içinde sanki özel olarak oturtulmuş gibi duran köylerden oluşuyor.






 


 

 















 
 


 












Adanın termal havuzları çok meşhur. Eftalou ( küçük bir havuz kadın erkek beraber girebiliyor) Gera ( büyük havuzlar yapmışlar kadın ve erkeğin ayrı ) Polichnitos ve Thermi gidilebilecek olanlar.
 
Skala Eressos: Adını bin kere duyup gidememiş olduğum sahil kasabası. Tarihteki ilk bilinen lezbiyen  ( M.Ö. 6 yy) doğum yeri. Bu yüzden de lezbiyenliğin doğum yeri olarak da kabul ediliyor. Her yaz dünyanın her tarafından kadınların akınına uğruyormuş. Eylül ayında yapılan enternasyonal kadın festivali ayın ilk hafta sonu başlıyor ve iki hafta sürüyormuş. Benim gittiğim dönemde tavernaların restoranların çoğu kapalıydı ( hatta gelen dalgalardan dolayı sökülmüşlerdi) ama nasıl bir yer olduğunu hayal etmek zor değildi. Midilli' ye gelen herkesin  ilk gitmeyi hayal ettiği ya da bahsettiği yer de olsa açıkçası ben çok da etkilenmedim bana kalsa halen Molyvos kat kat güzel. Aslında bu tabii biraz da ne aradığınızla bağlantılı.





































 































 Vatoussa: Malikâne tarzında kocaman evlerin olduğu bir dağ  köyü.
Sigri: Doğal fosilleri görebileceğiniz doğal hayat müzesi var. Bunun dışında çok şeker sahil kenarında kalesi tavernaları olan bir köy.


Antissa: Çok sempatik bir dağ köyü. Çok tipik.







 




























 Ypsilometopo: İlk geldiğimde gitmiştim. Çok güzel evler var ama asıl özelliği millet arabalara atlayıp buraya et yemeğe geliyor.

Mantamados: Ben özellikle  arkadaşımın bahsettiği seramik dükkânını görmek için gittim, dayanamayıp taşırken küfür edeceğimi bile bile bir dolu şey sarın aldım. Köy çok renkli. (Zaten aslında tüm dağ köyleri çok karakteristik kahveleriyle tavernalarıyla bizimkilerin aynısı bakkal dükkânlarıyla çardakları ve kiliseleriyle birbirlerine benziyorlar.)





 













































 Eftalou: Molyvos'un birkaç km dışında plaj. Kendi içinde termal havuz var.

Skalohori: Kalo Limani'ye denize girmeye gittiğimizde gitmiştik. Osmanlı'yı en çok hissettiğiniz köylerden. Cami minaresi bütün ihtişamı ile duruyor.

Kalloni: Yaşam merkezlerinden. İnsanlar büyük alışverişleri ya da halletmeleri gereken işler olduğunda - tamir vs.- ya Kalloni ‘ye ya da Midilli merkeze gidiyorlar.



 

 















  





















 
*** Midilli bir manada kuş cenneti. Dünyanın her tarafından kuş gözlemcileri sadece bu adada olan kuşları gözlemlemeye geliyorlarmış. Hiç bir yerde olmayan kuşlar varmış. Gölette flamingolara bile rast geldim.
***Yürüyüş ve bisiklet rotaları çok çeşitli. Bu kadar geniş bir alana yayılmış ve böyle bir doğası olan yerde nasıl olmasın.
*** Plaj; çok var. Skala Eressos Skala Kalloni, Skala Skimnia, Eftalou. Yunanistan'ın sahil alanları devlete ait. Yani kumsalın önünde bir restoran bile olsa siz onların şezlonglarını kullanmadığınız sürece istediğiniz gibi havlunuzu ya da şezlongunuzu yayıp oturabiliyorsunuz. Bu en lüks plajlar ya da beach clublar için bile geçerli.
















































8 Şubat 2016 Pazartesi

LAS FALLAS FESTİVALİ - VALENSİYA



İspanya’ya defalarca gitmeme rağmen yolum Valencia’ya hiç düşmemişti. İsmini duymuştum ama ille de görülecek yerler sıralamasında başlarda değildi benim için. 

İstanbul'da yaşayan Valencia doğumlu bir arkadaşım " Las Fallas'tan" bahsetti. Las Fallas sırasında beraber Valencia’ ya gidelim bayılacaksınız diye. Arkadaşımın neden bahsettiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Tek anladığım bir çeşit festival olduğuydu. Grup eğlenceliydi, görmediğim bir şehre gidiyordum, festival dediğin zaten renkli bir şey olmalıydı daha ne olsun. 
  

 


 

Beklentimin çok ötesinde bir görüntüyle karşılaştığımı itiraf etmem lazım. Bir çeşit görsel delilik. Bitmeyen ardı arkası gelmeyen aktiviteler zinciri. Nefes almadan sırada ne var diyerek birinden diğerine koşturma hali. Binlerce çiçek, rengârenk ortaçağ günlerine ait kıyafetler  ve tabii ki yüzlerce kimi büyük kimi devasa kağıt ve tutkaldan yapılmış heykeller, ışık seli, havai fişek, çatapat ve hepsinin üzerine ateş. Ve tabii ki aşırı bir kalabalık. Fallasın dört gece ve gündüzünü hiç bitmeyen bir parti olarak tarif etmek mümkün.


 


 


 

Ben Valencia’da yaklaşık dört gün kaldım. Las Fallas'ın başlangıç tarihi 8 Şubat. Şubat ayinin ilk pazarında, ışık sesli müzik eşliğinde festival başladı haberi veriliyor ( Buna La Crida deniyor ).   
Ama asıl hengame son 4 günüymüş. Festival her sene aynı tarihte yapılıyor. Mart 16 ile 19’u arası en hareketli olan zamanı. Bütün festival saat saat planlanmış durumda. 




 

Ben çok şanslıydım, arkadaşımın evi Taksim meydanının ortasında diyebileceğim kadar merkezi bir yerdeydi. Ve gece yarısı olan aktivitelerde insanlar saatlerce ayakta beklerken ben camdan seyredebildim. 




 



,













Fallas kelimesi Latince meşale kelimesinin türemesinden gelmekteymiş. Zaten ateş bütün festivalin merkezinde yer alıyor.  Bu Saint Joseph’in anısına Valencia'da yapılan geleneksel bir anma töreni. Fallas terimi hem anma törenini hem de anıt heykellerin yakılmasını içeriyor. Festival boyunca yaklaşık 700 cadde kapalı ve 2 milyon kişi ziyarete geliyor. 








 
 





 















Bu festival kendi içinde Valencia için önemli bir ekonomi oluşturmuş. O derece ki şehrin bir bölümü Fallas şehri - Ciutat Faller -  olarak ayrılmış. Festival biter bitmez hemen ertesi gün bir sonraki senenin hazırlıklarına başlanıyor. Festivalde sergilenen ve sonrasında yakılan kuklalar için sene boyunca sanatçılar, zanaatkarlar, heykeltıraşlar ressamlar  ve diğer el sanatlarıyla uğraşanlar gruplar halinde aylarca  çalışarak yapıyorlar heykelleri. 

Bu heykellerin bir kısmı beş katlı bina boyunda. Boyu 30 mt ’ye kadar çıkıyormuş .  2015’te en pahalı kukla/ heykel / ninot’un fiyatı yaklaşık 230.000 Euro imiş. Sadece bununla da bitmiyor. Festival’de yürüyüş yaparlarken giydikleri kıyafetlerin bir kısmının maliyeti 10.000 Euro’ya kadar çıkabiliyormuş. (Festivalin bitiminin ertesi sabahı bu kıyafetler için en şık kumaşları satan dükkanda indirim vardı. İnsanlar sabahın köründe kuyruğa girdiler, kuyruk akşama kadar devam etti. Amaç gelecek seneki törende giyecekleri kıyafetlerin kumaşlarını almak. )




 



Bu festivalin tam olarak ne olduğunu anlamak için biraz tarihinden bahsetmek lazım. Bir de orada olduğunuz günler boyunca her an karşınız çıkacak olan terimlerin ne olduğunu anlamak.
Festivalin başlangıç noktası ile ilgili oradayken birbirinden farklı hikâyeler dinledim . Özünde hikayeler aynı yerde birleşiyor. 








 















—Ortaçağ’da, marangozlar, zanaatkârlar,   temizlik yapmak için Mart ayı geldiğinde, baharın gelişini kutlamak adına ellerindeki kalan tahtaları, kırık eserleri yakıyorlarmış. Valencia’lı marangozlar kış boyunca karanlıkta çalışabilmek için mumlarını Parrot / Papağan dedikleri kalaslara yerleştirirlermiş.  Baharın gelmesiyle artık bu kalaslara ihtiyaç kalmadığından bunlar yakılırmış. Bir süre sonra yakma törenleri kilisenin de araya girmesiyle marangozların azizi Saint Joseph’i anma törenleriyle aynı tarihe alınmış.

Papağan denen kalasları yakma adeti zamanla gelişmiş. Kalasa kıyafetler giydirilerek insana benzetilmiş. Çocuklar evden eve dolaşarak eski kıyafet ve paçavra, eski eşyalar toplamışlar. Bunlar da papağanla beraber şenlik ateşinde yakılır olmuşlar. Zaman içinde adetler bugünkü halini almış. Eskiyi yak, yeniye yer aç....


Casal Faller: Şehir Fallas’ları yapacak mahallelere bölünmüş durumda. Şehirde yaklaşık toplamda 200.000 üyesi olan 750 Casal Faller varmış. Her Casal Faller kendi kukla/ninot’larını yapmak için festivalin bitiminden hemen sonra toplanarak bir sonraki sene için organizasyon yapmaya başlıyorlar. Sene boyunca bağış toplama yemekleri ve partileri düzenliyorlar. Bu arada bütçeler belirleniyor, hangi sanatçılarla çalışılacak, bu senenin teması ne olacak bunların seçimleri yapılıyor.  Her Casal Faller birbiriyle bu konudaki en iyi sanatçıları kapmak, bütçeleri dahilinde ve en gösterişli en şaşırtıcı, şoke edici en kinayeli eser yapmak derdinler. Sonuçta tüm yapılan eserlerin içinden ilk üç belirleniyor ve birinci olmak çok büyük bir prestij. 



 








 
































 Fallas sırasında Casal Faller’den gelen insanlar ( Falleros ) değişik tarihi dönemlerden gelen yöresel ve tarihi kostümlerini giyiyorlar, saçlarında özel aksesuarlar taşıyorlar. . .Ve bu kıyafetlerle geçit törenine katılarak yürüyorlar. Çoğunun kendi müzik grupları var ve geleneksel ‘dolçaina’  ve ‘tabalet’ gibi müzik aletleri kullanıyorlar. 



 




 



































Bunun dışında Falleros’ların arasından festivalin kraliçesini seçiyorlar. Festivalin kraliçesi seçilmek hem o kişi için hem de o kişinin geldiği mahalle için büyük onur.
Fallas boyunca her mahalleye çadırlar yemek yerleri ve sahneler kuruluyor, paella pişiriliyor herkes kendi mahallesinde eğleniyor hep beraber yemek yiyor .









 









 Ninots: Valencia dilinde bebekler ya da kuklalar demek. Bunlar kağıt balmumu tutkal tahta ve polyesterine köpük plakalardan oluşuyor. İçleri kağıt fişeklerle dolu oluyor.  Genelde yapılan heykeller düşsel, hiciv içeren, politikacılarla, ya da o dönemdeki gündemi oluşturan olaylar ve kişilerle bir manada eğlenen ve dalga geçen figürler. Her bir figür kendi içinde bir hikaye anlatıyor, o yüzden kıyısına köşesine bakmam gerekti ki, bütününü anlayabileyim...
En pahalı ve en etkileyici olan 14 tanesi seccion especial olarak biliniyor. 15 Martta hepsi yerleştirildikten sonra seçici kur Valencia’yı dolaşarak değerlendirme yapıyor. 



 








 















 La Despertà: Uyandırma çağrısı. Her gün saat 8de başlıyor. Bandolar her sokaktan çıkarak canlı müzik çalarak sokakları yürüyorlar. Arkalarından fişek atarak yürüyen semt sakinleri geliyor. 
Fişekler: Her an her saniye fişek atıyorlar. Geceleri bu seslerle uyumak mümkün değil. Sabahlara kadar sürüyor. Her an çatapat sesi. Herkesin elinde.
 





 Calle Luminado: Tüm caddeler ışıl ışıl süsleniyor. En ışıltılı olanı ise Calle Ruzafa civarında. Burada da kim daha gösterişli ışıklandırmayı yapacak diye yarışma var. Işıklandırma deyip geçmeyin bütün bir sokağı kaplayan boyu birkaç mt. rengarenk , her an renk ve şekil değiştiren ışıklandırmadan bahsediyorum  . 





Mascletà : Her mahallede festivalin her günü saat 2’de havai fişek ve kağıt fişekler patlatılıyor. Bunun en büyüğü ve en gösterişlisi ayın 19’unda Ayuntamiento meydanında yapılıyor. Saatler öncesinden binlerce insan bunu seyredebilmek için meydanda toplanıyor. Ayuntamiento meydanında büyükçe bir halı saha boyunda bir alan tellere çevrilmişti. Ve boydan boya iple çekilmiş, bunlara da rengarenk fişekler asılmıştı. Yüzlerce. Bir tanesini patlatmaya başladığınızda birbirlerini patlatıyorlar. 











 











L'Ofrenda de flors : Çiçek sunma.  17-18 Mart. Her Casal Faller gruplar halinde, yöresel kıyafetleriyle yürüyerek Virgin Mary'e çiçekler sunuyorlar. Gerçekten çok etkileyici. Bunun onlar için ne kadar önemli olduğunu, ne kadar uzun süredir bunun için hazırlandıklarını hissedebiliyorsunuz. Kimisinin kucağında bebekleri var. Kimisi bebek arabası itiyor. Çocuklar anne ve babalarının yanında yürüyorlar
Herkesin elinde kırmızı ve beyaz karanfiller var. Varılan meydanın ortasında tahta bir kasnak var.  Karanfilleri kasnağın başında çalışan kişilere veriyorlar, onlar da karanfilleri gerekli yerlere yerleştirerek bir desen oluşmasını sağlıyorlar. Her sene oluşturulan desen farklıymış. Bunun dışında gruptaki erkekler envai türde çiçek sepetleri taşıyarak bunları da Virgin Mary'e sunuyorlar. 

 





































































La Cremà :  Fallas’ın son gecesinde tüm heykeller teker teker büyük şenlik ateşleriyle yakılıyorlar.   Ayuntamiento( Belediye ) meydanında – belediye tarafından yaptırılmış olan- heykel en son yakılıyor. İnsanlar bunun yakılışını görmek için saatler önceden orada toplanmaya başlıyorlar. Hayal etmesi bile zor. 




 


















 Bir gece içinde kimisi yüzbinlerce Euro değerinde, yapılması için bütün bir şehrin gece gündüz çalıştıkları yüzlerce heykel teker teker yakılıyor. Çoğunu görmeye yetişememiş oluyorsunuz. Bir kısmı kocaman apartman boyunda. Şehrin içinde diğer binaların dibinde. 
 
















 Tüm bunun için itfaiye 24 saat çalışıyor. Her bir şenlik ateşi ancak gerekli güvenlik önlemleri alındıktan sonra başlatılıyor. Kimi zaman etraftaki binalar ıslatılıyor ki kıvılcımlar sıçramasın. Normal bir yakılışta değil her tarafa kıvılcımlar sıçrıyor. İnsanlar tam dibine kadar girmiş seyrediyor.  Valencia’nın itfaiye servisi yeterli gelmediğinden bu delilikle baş etmek için İspanya’nın her tarafındaki itfaiyelerden ekipler geliyormuş yardım etmeye.
( Belediye meydanındaki heykel belediye tarafından yaptırıldığından genelde daha sansürlü oluyormuş. Yani diğer eserlerde gördüğünüz hicivli yaklaşıma burada rastlanmıyormuş. O yüzden de o yılın en gösterişlisi olmuyormuş. Ancak geçen sene yapılan 22 metre yüksekliğinde aslan figürü festivalin en önemli eserlerinden biri olmuş. )






















Her mahallede çocuk falla’sı dedikleri satirik bir anlam taşımayan küçük heykeller var. Akşam saat 10’da öncelikle bunlar yakılıyor. Gece yarısına doğru büyük olanlar yakılıyor. Belediye meydanındakinin yakılış saati ise gece 1.30 gibi.





 
















Bunun dışında 18’i gecesi saat 1.30’da Nit de Foc adı verilen çok büyük bir havai fişek gösterisi yapılıyor.

La Crema Fallas’ın müthiş kapanışını oluşturuyor. Tam bir renk karmaşası.  Alevler, kostümler içinde insanlar , çatapat, havai fişek, sokak gösterileri ışık gösterileri ve canlı müzikten oluşan bol gürültülü çok renkli ve eğlenceli bit aktivite. Sabaha kadar sürüyor. 

Bu arada gitmişken  ‘Museum of the Union of Fallas Artists’ i ziyaret etmeden dönmeyin. Bu müzede yangından kurtarılmış kuklaların yanı sıra, üretim aşamasını da görmek mümkün.